Cumhurbaşkanımız Recep Tayip Erdoğan, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı münasebetiyle önceki gün Külliye’de gençlere hitap ederken “2023 Türkiye’sini sizler için ve sizlerle birlikte inşa ediyoruz. Bir sonraki ‘Kızılelma’mız olan 2053 Türkiye’si ise her şeyiyle sizlere emanettir,” dedi.
***
Yeniçeriler sefer heyecanlarını asırlar boyunca “Destiye kurşun atar, keçeye kılıç çalar, Kızılelma’ya dek gideriz!” cümlesiyle ifade ettiler. Aslında Kızılelma nedir ve neresidir, bilmezlerdi. Ömer Seyfettin “Kızılelma Neresi?” adlı hikâyesinde bunu anlatmıştır: Kanuni Sultan Süleyman bir gün otağında divan üyelerine tek tek Kızılelma’nın neresi olduğunu sorar; hiçbiri doğru cevap veremeyince, dışarıda “Kızılelma’ya, Kızılelma’ya!” diye haykırıp duran halktan ve Yeniçeriler arasından üç kişinin gelişigüzel seçilip huzura getirilmesine emreder. Bu üç kişiden aldığı cevaplar, Kanuni’yi çok memnun etmiştir:
“Kızılelma neresi?”
“Atınızın gittiği yer padişahım!”
“Orası neresi?”
“Neresi olduğunu ancak padişahım bilir!”
***
Bizans devrinde, Ayasofya’nın önünde, muhtemelen III. Ahmed Çeşmesi’nin yerinde muhteşem bir sütun yükselirdi. Çok uzaklardan görülebildiği için İstanbul’a gelenlerin hemen dikkatini çeken ve birçok seyahatnamede sözü edilen bu sütunun üzerine İmparator Justinianus’un dev bir atlı heykeli yerleştirilmişti. Ön ayaklarından biri yukarıya kalkık olan at ileriye doğru hamle yapacakmış gibi görünüyordu. Başında tüylü, tuhaf bir başlık bulunan ve yukarıya doğru kaldırdığı sağ eliyle doğuyu gösteren askeri kıyafetli süvarinin, yani Justinianus’un sol elinde kızıl renkte madeni bir küre, kürenin üzerinde de bir haç vardı.
Justinianus’un kalkık eli, bir inanca göre, Bizans’ı tehdit eden Sasanileri işaret ediyor, başka bir inanca göre de Kudüs’ü ve Müslümanları gösteriyordu. Sol elindeki küre ise şehri düşman istilasına karşı koruyan bir çeşit tılsımdı; imparatorun dünyayı elinde tuttuğu anlamına geliyor ve Bizans halkına uğur getiriyordu. XIV. yüzyılda bu kürenin düşmesi imparatorluğun Türkler tarafından ortadan kaldırılacağına işaret sayılmıştı.
Nicolo Barbaro’nun Kostantiniye Muhasarası Ruznamesi’nde anlattığına göre, fetihten hemen önce, halk arasında, Justinianus’un heykelinde sağ eliyle Anadolu’yu gösterdiği ve “Beni yıkacak kimse buradan gelecek!” dediği konuşulmuştu.
Bu anıt hakkında kapsamlı bir araştırma yapan Prof. Dr. Semavi Eyice, Âşıkpaşazâde Tarihi’ne ve Hoca Sadeddin Efendi’nin Tacü’t-Tevarih’indeki bir kayda dayanarak, sütun ve üzerindeki heykelin fetih sırasında yerli yerinde durduğunu söylüyor. Peter Gyllius, Fatih tarafından indirtilen tunç heykelin parçalarını Topkapı Sarayı avlusunda gördüğünden söz eder. XVI. yüzyıl ortalarına kadar ayakta kalan sütun ise, bilmediğimiz bir sebeple yıkılmış veya yıktırılmıştır. Bazı minyatürlerde de görünen bu anıtın bir restitüsyonu, C. Gurlitt’in İstanbul’un Mimari Sanatı adlı eserinde yer almaktadır.
***
Çeşitli tarihlerde İstanbul’u ziyaret eden Müslüman gezginler ve coğrafyacılar da Justinianus heykelini görmüş ve sol elinde parlayan kızıl küreden söz etmişlerdir. Zamanla şifahî kültüre mal olan ve elmaya benzetildiği için “Kızıl Elma” adıyla efsaneleşen bu küre, merhum Osman Turan’a göre, Osmanlı devrinde “Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi”nin sembolü hâline gelmişti ve Osmanlı Devleti’nin emperyal vizyonunu ifade ediyordu. Öncelikli hedef, Kostantiniye Kızılelması’ydı.
İsmail Hami Danişmend, Osmanlı yazarlarını Kızılelma’dan “altın top”, “altın alem”, “altın hokka”, “kürre-i la’l” (yakut küre) diye de söz ettiklerini, Kızılelma olarak görülen şehirlerin hepsinde bir saray damında yahut kilise kubbesinde böyle bir kızıl kürenin gözleri kamaştırdığına dair tafsilata bile girdiklerini söyler. İlk defa Saltukname’de, Sarı Saltuk’un kumandasındaki gazilerin Orta Avrupa’nın içlerine doğru yaptıkları bir sefer anlatılırken Kızılelma’dan söz edilmiştir:
“Bir ulu şehre çıkdılar kim bir ulu hisar içinde bir ulu kilise kapusı berkitmiş, üstinde bir altun top kubbesinde dururdı, kızıl altundan bir elma resminde idi. Pes andan Şerif Sarı Saltık eyitdi: ‘Bu nedür?’ didi. Eyittiler: ‘Buna Kızıl Alma dirler’ didiler.”
Sultan Cem’in arzusu üzerine Ebü’l-Hayr-ı Rûmî tarafından derlenerek kaleme alınan Saltukname’de Kızılelma’dan söz edilmesi, fetihten sonra bu efsanenin Balkanlar’da hızla yayıldığı anlamına gelmektedir.
***
İstanbul’un fethinden sonra, Kızılelma, Roma’da, Saint Pierre kilisesinin kubbesinde tasavvur edilecek (Rimpapa Kızılelması) ve bilindiği gibi, Fâtih, saltanatının sonlarına doğru İtalya’ya yönelecektir. Yahya Kemal, Gedik Ahmet Paşa’nın Otranto’ya çıkışını anlattığı gazelinde, bu ideali “Tuğlar varsa gerektir Kızılelmâ’ya kadar” mısraıyla anlatır.
Kanuni, Fâtih’in yarım kalan bu teşebbüsünü tamamlanmak istiyordu; ancak bunun için önce Beç şehrini (Viyana) alıp Alman imparatorluğunun gücünü kırması gerekirdi. Böylece Beç Kızılelması, Rimpapa Kızılelması’nın önüne geçti. Rivayete göre, Kanuni, zaman zaman Yeniçeri kışlalarını ziyaret eder, ayrılırken de “Kızılelma’da buluşuruz!” derdi.
Kızılelma efsanesi, Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra unutulmuştur; ancak II. Meşrutiyet yıllarında Ziya Gökalp tarafından yeniden keşfedilip Türkçü edebiyata mal edilerek “ülkü” ve “Turan”la aynı anlamda kullanılmaya başlanır.
Gökalp’ın 1913 yılında Türk Yurdu’nda yayımlanan “Kızılelma” adlı manzum hikâyesinde, Bakûlu bir milyonerin kızı olan Ay Hanım, İsviçre’de satın aldığı geniş bir araziyi “Türk Beldesi” adıyla küçük bir ilim şehri haline getirmiştir. Bu şehirde kurup “Kızılelma” adını verdiği üniversitenin bünyesinde çeşitli ilimlerin öğretildiği “medrese”ler vardır.
Gökalp’ın Kızılelma Üniversitesi’ni İsviçre’de kurdurması, geleneğe uygun bir tercih; zira bütün önemli Kızılelma’lar Avrupa’dadır. Son yarım asrın Kızılelma’sı Avrupa Birliği’ydi. O da çürümeye yüz tuttu.
***
Yeni Kızılelmalarımız 2023, 2053 ve 2071... Ancak bu Kızılelmalara “Destiye kurşun atıp keçeye kılıç çalarak” değil, ilimle, kültürle, sanatla gitmek gerekiyor.
Benim Kızılelma’m, her bakımdan güçlü, müreffeh, tarihi ve kültürüyle barışık, düşüncesinden, inancından, kılık kıyafetinden dolayı kimsenin kimseyi dışlamadığı, insan haklarına saygılı, demokrasisi kökleşmiş, bütün kurumlarını liyakatli insanların yönettiği bir Türkiye...
“Kızılelma’ya hey, Kızılelma’ya...”