Ne zaman Cağaloğlu’na çıksam, yolumu Çatalçeşme Sokağı’ndaki Kitabevi’ne mutlaka düşürürdüm. Köşeyi döner dönmez puro kokusu duyarsam anlardım ki, dostum ve hemşehrim Mehmet Varış yerindedir. Kendini Türk kültürüne adayan bu sevimli Sivaslı, hemen her uğrayışımda matbaadan yeni çıkmış birkaç kitap uzatırdı. Bunlar mutlaka siyasî tarih, kültür tarihi, edebiyat gibi, Türkoloji’nin herhangi bir dalında yazılmış, başka yayınevlerinin basmaya kolay kolay yanaşmayacakları, müşterisi az, fakat son derece önemli akademik kitaplardır.
Kurulduğu tarihten itibaren tercihini Türkoloji’den yana yapmış bir yayınevi olan ve yedi yüz civarında kitap çıkaran Kitabevi’nin bu alanda başlı başına bir kütüphane yarattığını söyleyebilirim. Mehmet Varış’ın özel merakı olan tematik kitaplar da Kitabevi’nin karakteristik yayınlarıdır. Önemlice bir kısmını Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali’nin hazırladığı, herkesin kolayca ulaşamayacağı metinlerin bir araya getirildiği bu kitaplar arasında neler yok ki? Ekmek Kitabı, Yemek Kitabı, Tuz Kitabı, Mum Kitabı, Ayakkabı Kitabı, Ayna Kitabı, Saç Kitabı, Fal Kitabı, Temizlik Kitabı, Yemek Kitabı, Ehlikeyfin Kitabı, Tütün Kitabı, Yağmur Duası Kitabı...
***
Mehmet Varış hakkında “İstanbullu olmayı başarmış bir Sivaslı” dedim; ama Sivaslılığını hiç unutmadığını da belirtmeliyim. Bir vefa borcu olarak bir “Sivas Kitaplığı” serisi planlayıp güzel kitaplar yayımlamıştı. Yayın listesinde harika İstanbul kitapları da var. Mesela Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey’in Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı ve Sadri Sema’nın Eski İstanbul Hâtıraları okumaya doyamadığım “baba” kitaplardır. Bu iki kitabı Kitabevi’nin müdavimlerinden Ali Şükrü Çoruk, Basiretçi Ali Efendi’nin İstanbul Mektupları’nı da Nuri Sağlam hazırlanmıştı. Eski İstanbul ve İstanbul kültürü hakkında bulunmaz kaynaklar olan bu kitapları her zaman elimin altında tutarım. Merhum Ahmed Avni Konuk’un on üç ciltlik Mesnevi-i Şerif Şerhi, Hüseyin Vassaf’ın beş ciltlik Sefine-i Evliya’sı, dört ciltlik Aşçı Dede’nin Hatıraları... Hangi birini yazacağımı bilemiyorum.
Sözünü ettiğim bu kitapların dillerine dokunulmadığını özellikle kaydetmek isterim. Mesela Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey’in kitabı... 1970’lerde Niyazi Ahmet Banoğlu tarafından kısaltılıp sadeleştirilerek Tercüman 1001 Temel Eser dizisinde Bir Zamanlar İstanbul adıyla yayımlanan bu yazıların aslında başlı başına bir hazine olduğunu Ali Şükrü Çoruk tarafından diline ve üslûbuna dokunulmaksızın eksiksiz olarak yayımlanınca anlamıştım. Mütareke yıllarının muhalif gazeteleri olan Alemdar ve Peyâm-ı Sabah’ta, Mütareke’den sonra da Millî Mecmua’da ve Vatan gazetesinde tefrika edilmiş, kültür tarihimiz açısından büyük önem taşıdıkları başlıklarından belli olan İstanbul yazıları... En iyisi bir an önce edinip okumaya başlayınız, bana hak vereceksiniz.
***
Bu kitaplar, Kitabevi’nde derin ve tatlı sohbetlere de konu olurdu. Kitabevi, yolu Cağaloğlu ve Sultanahmet taraflarına düşen akademisyenlerin, yazarçizer takımının ve kitap kurtlarının uğramadan geçemedikleri, hemen her akşamüzeri lezzetli sohbetlerin yapıldığı bir mekândı dersem, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Ne zaman başınızı kapısından içeri uzatsanız bunlardan birkaçını Cemalettin Efendi’nin demleyip ikram ettiği lezzetli çayları yudumlayarak derin bir sohbete dalmış görebilirdiniz. Bu çaylar, Cumartesi günleri Prof. Dr. Abdullah Uçman’ın getirdiği simitlere ve Varış’ın özel peynirlerine refakat ederdi. Ramazan aylarında da mütevazı iftarlara...
Kitabevi’nin müdavimleri çoktu; bunlardan bir kısmı demirbaştı, bir kısmı da uzak semtlerde oturdukları için Cağlaoğlu’na yolları düştükçe uğramadan edemeyenler... Yabancı Türkologlarla da Kitabevi’nde sık sık karşılaşmak mümkündü.
Demirbaşlarla diğer müdavimlerin bir araya geldiği günlerde Kitabevi’ndeki sohbetlerin tadına doyum olmazdı. Bu sohbetler sırasında kitap almak için veya başka vesilelerle içeri girenlerin çıkarken ayaklarının geri geri gittiğine, bazılarının sevdikleri yazarları görünce kitaplarından birer nüsha alıp imzalattıklarına defalarca şahit olmuşumdur.
Velhasıl, Kitabevi çaydanlığı ocakta sürekli tüten, kendiliğinden oluşmuş capcanlı bir kültür merkeziydi.
***
Bu yazıyı geçmiş zaman sigasıyla yazdığımı fark etmiş olmalısınız. Çünkü Kitabevi, sahibi mekânın kirasını ödemeyecek duruma geldiği için kapandı. Hafta başında uğradığımda bütün raflardaki kitapların indirilip depoya taşınmak üzere kolilere doldurulduğunu görünce derin bir üzüntüye kapıldım. Bundan sonra faaliyetine küçük bir büroda yayınevi olarak devam edeceğini öğrendiğim Kitabevi, artık hatıralarımızda yaşayacak.
Kapanan her kitabevi, kültür hayatımızda tıkanan bir damar demektir. Hele Kitabevi gibi bir buluşma noktasıysa... Böyle mekânlar kolay oluşmuyor.