Bu yazıyı 7 Haziran sabahı vatandaşlık görevimi yerine getirdikten sonra yazmaya başladım. Oyumun rengini merak edenlere tercihimi istikrardan yana kullandığımı söyleyebilirim. Temennim, ülkemizin, nelere yol açtığını ve nelere mal olduğunu yaşayarak öğrendiğimiz koalisyon hükümetlerine mahkûm olmamasıdır. Yine de milli irade hangi yönde tecelli ederse, ona saygı duyar, rıza gösteririz.
Bir de gelecek seçimlerde daha gürültüsüz propaganda dönemleri yaşamayı temenni ediyorum. Milletvekili adayları tarafından kiralanan yüzlerce minibüste, sonuna kadar açılan hoparlörler haftalarca bangır bangır bağırtıldı. Başka hangi ülkede, propaganda amacıyla sözleri değiştirilmiş ve çok kötü seslendirilmiş sıradan şarkı ve türküler kulakları sağır edercesine çalınarak cadde cadde, sokak sokak dolaşılır, bilmiyorum.
Bu propaganda döneminde de siyasi partilerin özellikle iskelelerde kurdukları çadırlarda, barakalarda vatandaşa zorla dinlettikleri sözde şarkılar, türküler dayanılır gibi değildi. Başka partilerden adayların minibüsleri kendi şarkılarını çalarak geçerken çadırlarda hoparlörlerin sesleri yükseltiliyor, bu gürültü yarışı yüzünden günün hemen her saatinde kelimenin tam manasıyla bir kakofoni yaşanıyordu. Buralardan her seferinde kaçarcasına uzaklaştım. Ama nereye kaçabilirdim? Aday minibüsleri şehrin her yerinde vızır vızırdı.
Ahenksiz seslerin bir arada duyulmasına kakofoni denir. Bugün kuru gürültü, ses çöplüğü gibi anlamlarda da kullandığımız bu kelimenin eski dildeki karşılığı, Arapçada ‘nefret’ kelimesiyle aynı kökten gelen ‘tenafür’dür.
Seçim dönemleri, yıllar var ki zevk-i selim sahiplerini canlarından bezdiren kakofonik zamanlar olarak yaşanıyor. Caddelerde, şehri allı güllü çaput parçaları asılmış ziyaret çalılarına benzeten parti bayraklarının yarattığı görüntü kirliliği de cabası... Bu görüntü ve gürültülerden etkilenerek kanaat değiştiren seçmen var mıdır dersiniz? Varsa, aklına şaşarım.
Benim neslim, bu kirliliklere yol açmayan, meydan (mitingi) savaşlarının yaşanmadığı, liderlerin bağırmaktan seslerinin kısılmadığı, efendice yapılmış demokratik yarışların ardından iktidarların sessiz sedasız değiştiği, başarıların takdir edildiği ve başarısız liderlerin “Ben bu işi yapamıyorum!” diyerek ‘izzet ü ikbal’ ile çekildiği seçimleri görebilir mi? Hiç ümidim yok!
Bizde genel seçimler, taraflar arasında bir çeşit savaş gibi başladı, öyle devam ediyor. İttihat ve Terakki, 1908 yılında yapılan ilk seçimde, Meşrutiyet’in ilan edilmesini sağlayan “Cemiyet-i Mukaddese” olarak ağırlığını her şekilde -evet, her şekilde- hissettirmişti. Zavallı Ahrar Fırkası’nın hiçbir şansı yoktu. 1912 genel seçiminde, muhalif adaylar, gemi azıya alan İttihatçı militanlar tarafından dövüldü, sindirildi. Bu seçim bu yüzden tarihe “Sopalı Seçim” diye geçmiştir.
Yakup Kadri, Gazeteci Ahmet Samim’in öldürüldüğü tarihin öncesinde başlayıp Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın öldürüldüğü 1913 yılını da içine alan çalkantılı dönemi anlattığı ‘Hüküm Gecesi’ romanında “Sopalı Seçimler”den şöyle söz eder:
“Gelecek Meclis’e bir tek muhalif sokmamağa kararlı olan İttihat ve Terakki, oyları, kâh bekçilerin sopası, kâh jandarmanın tüfek dipçikleriyle hep kendi adamlarına toplatıyordu. Bir yandan İttihat ve Terakki, muhalefetin ne kadar faal başları varsa, bunların her birini bir vasıta ile işlemez hale getirmenin yolunu bulmuştu. Gümülcineli İsmail askere alınmış, Hayrettin Paşazade Tahir Bey, basın kanununun bilmem hangi maddesine uyularak tevkif olunup Harp Divanı’nca üç ay hapse mahkûm edilmişti. Rıza Tevfik’in Gümülcine’de kafasını yarmışlar ve aklınca, Avrupa işi seçim propagandasına çıkan Lütfi Fikri Bey’e Türkiye’nin iki önemli limanında öyle bir karşılama töreni hazırlamışlardı ki zavallı hatip, ancak, İzmir’de bir alay Rum’a, Beyrut’ta bir sürü Arab’a hiç anlamadıkları Türkçe ile bir iki söz söyleyip şaşkın ve mahcup dönmek zorunda kalmıştı.”
İttihatçı gelenekten gelen veya benzeri metotları benimseyen partiler, iktidarda da -ki bunlar hak edilmemiş iktidarlardır-, muhalefette de olsalar, aynı usulleri uyguluyor, zaman zaman yeni usuller de icat ediyorlar. Doğrusu, bu geleneğin siyasetteki yaratıcılığı göz kamaştırıcıdır. Nasıl mı? Serbest Fırka hadisesinde olduğu gibi, pabucun pahalı olduğu anlaşılınca parti kapatmak, “açık oy gizli tasnif” gibi akıllara ziyan usuller icat etmek, bütün bu yollarla netice alınamayacağı anlaşılırsa orduyu kışkırtıp darbe yaptırarak iktidara konmak...
Elbette Türkiye eski Türkiye, seçmen de eski seçmen değil. Artık bu milletin ‘kuru gürültü’ye pabuç bırakmayacağına inancım tamdır.
Kakofoni şimdilik bitti; inşallah ahenkli bir meclis yapısı oluşur da önümüzü görür, geleceğe ümitle bakarız.
Hayırlı olsun.
Kakofoni şimdilik bitti demiştim. Seçim sonuçları asıl büyük kakofonin yeni başladığını gösteriyor. Seçimin sonuçlarına dair ilk işaretler belirir belirmez uzlaşmanın önüne aşılmaz bariyerler koyan siyasi partilerden -yani uyumsuz seslerden- oluşan bir Meclis’ten ülkeyi rahatlatacak bir armoni beklenebilir mi? Şimdi 7 Haziran öncesinde yazılıp söylenenleri keenlemyekün sayıp ülkenin bekasını gözetmek zamanıdır. Yaşanabilecek bir ekonomik krizden ve kaostan, Türkiye’nin geleceğini değil de parti menfaatlerini gözetenler sorumlu olacaktır...