Tarihçilerin Kutbu” Halil İnalcık’ın da bulunduğu bir toplantıya müzakereci olarak katılmıştım; görüşlerimi açıklarken “prestij kültür” kavramını kullanınca Hoca’nın dikkat kesildiğini ve toplantıdan sonra tatlı bir tebessümle “Beni okumuşsun!” dediğini hatırlıyorum. Hoca, eserlerinin okunup Osmanlı tarihçiliğine yaptığı katkıların fark edilmesinden çok mutlu olurdu. “Prestij kültür” onun damgasının kavramdır ve Osmanlı dünyasında ayrı ayrı kompartımanlar halinde yaşayan kültürleri birbirine bağlayan ve İstanbul’un asıl kimliğini belirleyen üst kültürü ifade etmektedir.
Türk tarihçiliğine dünya ölçüsünde itibar kazandıran ve gerçekten büyük bir Osmanlı tarihçisi olan Halil İnalcık Hoca, 25 Temmuz’da, Ankara’da tedavi görmekte olduğu hastanede vefat etti. Medya, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yarattığı büyük karmaşa içinde olmasına rağmen, hayata tam yüz yaşında veda eden bu büyük hocayı ihmal etmedi; bazı televizyonlarda onun hayatı, çalışmaları ve tarihçiliğimize katkıları hakkında bilgi verilen uzun haberlere rastladım. Yakında gazete ve dergilerde de dikkate değer değerlendirme yazıları çıkacağını sanıyorum.
Darbe teşebbüsünün gerçekleştirildiği gün vefat eden Nevzat Yalçıntaş Hoca gibi İnalcık Hoca da ihmal edilseydi doğrusu çok üzülürdüm.
***
Halil Hoca’nın bir tarihçi olarak neler yaptığını bir gazete yazısı çerçevesinde anlatmak zor. Ben, izninizle, onun çalışma azminden ve şuurunun açık olduğu son anlarına kadar hiç kaybetmediğini tahmin ettiğim heyecanından söz etmek istiyorum.
Hoca, eminim, son nefesini verirken bile yarım kalmış projelerini düşünüyordu. Erhan Afyoncu’nun önceki gün Sabah’ta çıkan yazısında anlattığına göre, 1986 yılında bir dergiye verdiği röportajda yarım kalan eserlerini bitirmek için Allah’tan on yıl daha ömür istemiş. Allah bu çalışkan kulunun talep ettiği süreyi üçe katlayarak vermiş, o da kendisine bahşedilen bu nimeti en verimli şekilde kullanmıştı.
Çeşitli dost sohbetlerinde, yazıp çizmeyen, hele emekli olduktan sonra okuyup yazmayı büsbütün terk eden akademisyenlerden söz edilirken, yüz yaşına merdiven dayamış Halil Hoca’nın çalışkanlığına mutlaka atıfta bulunulurdu. Hoca’nın uzun yaşamasında hiç şüphesiz genetik mirasının payı büyüktür; ama heyecanını hiç kaybetmemiş olması, sürekli çalışması, bilginin peşinde koşup birçok problemi çözmesi ve literatürü ciddiyetle takip etmesi, hafızasının ve zihnî melekelerinin canlı kalmasını, bünyesinin fizyolojik olarak iflas ettiği son zamanlarında bile düşünmeye, yazmaya, konuşmaya devam etmesini sağlamıştır.
***
Araştırarak öğrenmenin, elde edilen bilgileri bir araya getirip yeni bir terkip inşa etmenin, bir problemi çözmenin, bir bilinmeyene ulaşmanın, yanlışları düzeltmenin, mevcut birikime katkılarda bulunup yeni yaklaşım tarzları ortaya koymanın tadını almış, zevk ve heyecanını tatmış birinin araştırmayı, okuyup yazmayı bırakması düşünülebilir mi?
İki buçuk ay önce kaybettiğimiz Ömer Faruk Akün de Halil Hoca gibi çok çalışkan, elde ettiği bilgiyi paylaşmaktan pek hazzetmese de, sürekli araştıran, sahasında yazılıp çizilenleri bir detektif gibi büyük bir dikkatle takip eden seçkin bir edebiyat tarihçisiydi. O da uzun yaşadı; hayata veda ettiğinde 90 yaşındaydı. Rahmetli Turgut Cansever de doksanına yaklaşmıştı; ölümünden kısa bir süre önce ziyaretine gittiğimde, yattığı yerde gözlerini güçlükle aralayarak “Daha yapacak çok işimiz vardı!” dediğini birkaç defa yazmıştım. Büyük sanat tarihçimiz Semavi Eyice ise 93 yaşında... Görme hassasını hatalı bir ameliyat yüzünden büyük ölçüde kaybetmiş olmasına rağmen hâlâ konuşuyor, yazıyor, hatta yeni yayınları takip ediyor. İnanılmaz zenginlikte bir bilgi birikimine ve pırıl pırıl bir hâfızaya sahip...
Bana öyle geliyor ki, heyecanını, merak duygusunu kaybeden, üretmekten vazgeçen insan, dünyada yapacak başka işi kalmadığı için farkına varmadan adımlarını hızlandırıyor. Gerçek bir yazarın yazma iştiyakı, ilim adamının ve araştırmacının öğrenme heyecanı bittiğinde ömrü bitti demektir.
***
Halil İnalcık, Türk tarihçiliğinde bir ekoldür; talebelerinin bu ekolü başarıyla devam ettireceklerinden eminim. Aziz hocamıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve dostlarına başsağlığı diliyorum. Bir dileğim de, hayatımızı bir anda karabasana 15 Temmuz darbesinin yarattığı travmadan ve puslu havadan bir an önce kurtulmak...