Yarınki Türkiye, kırmızı renkli kapağında açılmış bir kitap deseni bulunan kalınca bir kitaptı. 1972 yılında talebe harçlığımdan ciddi bir fedakârlık yaparak sahip olduğum bu güzel kitabın ilk cümlelerini okur okumaz çarpılmıştım:
“Anadolu’nun kurtuluş savaşı ruh cephesinde henüz yapılmadı. Asya’nın ilk çağından artakalan sefaletine vâris çocukları, bu topraklarda kurdukları devletin ruhuna sahip olamadılar. Henüz yerlerde sürünen Türk-İslâm ruhunu tutup da kaldıracak olan irade hayatımızdan dâvâcı oluncaya kadar bu toprağın insanı eşyadan farksız bir varlıktır; değersizdir, itibarsızdır, hörmet görmez, onun Allah’tan bir emanet olduğu bilinmez.”
Bu cümleler, Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe okuyup doktora yaparak ülkesine dönen ve Avrupa görmüş bazı “okumuş çocuk”ların aksine, bu toprağın insanını hor gören değil, onun “eşyadan farksız, değersiz, itibarsız” bir varlık olarak görülmesine isyan eden bir aydına, Nurettin Topçu’ya aitti.
Topçu, milliyetçilik anlayışı o yıllarda benimsediğim milliyetçiliğe pek uymasa da benim dilimden konuşuyordu. Ondan öğreneceğim çok şey vardı; gözlerini Orta Asya’ya dikmiş milliyetçiliğin farkında olmadan Anadolu’yu göz ardı ettiğini ve tam ortasında yaşadığımız gerçeğin bizim için her hâlükârda öncelik taşıması gerektiğini ondan öğrendim.
Gerçek bir ahlâk adamının nasıl olması gerektiğini ve “isyan ahlâkı”nı da...
***
Nurettin Topçu, Avrupa’dan ülkesine bir pozitivist olarak değil, gerçek bir idealist ve mistik eğilimler taşıyan bir felsefeci olarak dönmüştü. Fransa’daki tahsil hayatı sırasında Batı medeniyetini daha ziyade ahlâk açısından eleştiren mistik düşünür ve yazarların bulunduğu bir çevrede nefes alıp verdiği için Türkiye’ye döndükten sonra, ister istemez, ülkenin üzerine bütün ağırlığıyla çökmüş bulunan pozitivizmle ve temsilcileriyle karşı karşıya geldi.
Fransa’daki çevresinde edindiği ahlâk anlayışı, bu ahlâkı uygulamadaki kararlı tutumu ve felsefî duruşu Topçu’nun hayatını Türkiye’de adamakıllı zorlaştırmıştı. Felsefe öğretmeni olarak görev yaptığı Galatasaray Lisesi’nde öğrencilerinden birini, hatırlı bir adam olan babasının okul yönetimi vasıtasıyla uyguladığı baskıya rağmen geçirmediği için İzmir’e sürüldü ve düşünce tarihimizde önemli bir yeri olan Hareket dergisini burada çıkarmaya başladı.
Hareket, Sebilürreşad’ın 1925’te kapatılmasından sonra yayın hayatına atılan İslâmî hassasiyete sahip ilk dergidir ve bu yönüyle Büyük Doğu’dan önce gelir.
***
Nurettin Topçu’nun kitapları, onun etrafında toplanıp fikirlerini benimsemiş aydınların kurduğu Hareket Yayınları tarafından yayımlanırdı; aynı grubun aynı adı taşıyan bir de dergisi vardı. Topçu’nun özenle basılan kitapları ve Hareket dergisi, beslendiğimiz kaynakların başında gelirdi. Mensup olduğum neslin idealizminde Topçu’nun mayası var. Felsefeyle de onun kitapları sayesinde tanıştık.
Yakın arkadaşları olan Remzi Oğuz Arık ve Ziyaeddin Fahri gibi isimlerle birlikte Anadolucu milliyetçiliği savunan Topçu, zamanla hem fikirleri ve ahlâk anlayışıyla, hem de idealizmi, sağlam şahsiyeti ve mütevazı yaşama tarzıyla bir cazibe merkezi haline gelmiş ve entelektüel bir “çevre” oluşturmuştu.
***
Hareket çevresi dar bir çevreydi; ancak bu darlığın aynı zamanda onun avantajı olduğu söylenebilir. Entelektüel bir grup olarak kısa zamanda Türk fikir ve sanat hayatında etkili olmaya başlayan ve kaos dönemlerinde bile faaliyetlerini mümkün mertebe aksatmamaya çalışan bu çevre, ideolojik kavganın içinde fikir üretemeyen, üstelik üretilmiş fikirleri bu kavgada müsrifçe harcayan “sağ”ın içinde çok özel bir yere sahipti.
Daha da önemlisi, Hareket çevresi, ideolojik kavgaların dışında kalmaya gayret ettiği ve çeşitli kültür çevreleriyle rahatça temas kurabildiği için, 1970’lerde farklı kesimler arasında yegâne haberleşme kanalıydı. Mesela Kemal Tahir’i Hareket dergisi sayesinde keşfetmiş, Cemil Meriç’i Hareket’te ve Hisar’da çıkan yazılarıyla tanımıştık.
Hareket dergisini 1960’ların sonunda fark etmiş, 1970’lerde ciddi okuyucularından biri olmuştum. 1966 öncesinde çıkan sayılarını yıllar sonra çeşitli vesilelerle kütüphanelerde gözden geçirdim.
Topçu’nun 1939-1953 yılları arasında aralıklarla üç devre halinde çıkarabildiği 47 sayı artık elimizin altında. İsmail Kara’nın büyük bir titizlikle yayına hazırladığı bu sayılar iki cilt halinde Dergâh Yayınları tarafından yayımlandı. Daha önce de Topçu’nun bütün eserlerini ve yazılarını yayına hazırlayan aziz dostumun son çalışmasına da geçen hafta sahip oldum: Bir İsyan Ahlâkçısı/Nurettin Topçu Albümü.
Erzurum Büyükşehir Belediyesi’yle Atatürk Üniversitesi’nin müşterek yayını olan bu albümün, daha doğrusu foto-biyografinin sayfalarını karıştırırken derin bir nostalji yaşadım. Yeni baskılarını edindiğim için eski baskılarını istemeyerek elden çıkardığım Nurettin Topçu kitaplarının ve Hareket dergisinin kapakları beni alıp 1970’lere götürdü: Taşralı, Var Olmak, Yarınki Türkiye, İslâm ve İnsan, İradenin Dâvası, Bergson, Büyük Fetih, Ahlâk Nizamı, Kültür ve Medeniyet...
Topçu’nun çocukluğundan son yıllarına kadar hayatının fotoğraf, kartpostal, mektup, müsvedde, imzalı kitap ve kitap kapaklarının yanı sıra resmî ve hususi evrakla anlatıldığı bu albüm eşsiz bir kadirşinaslık örneğidir. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
***
Yeri gelmişken, Hareket çevresinden feyiz almış bir kültür adamı olan D. Mehmet Doğan’ın önemli bir kitabının da Yazar Yayınları’nca yayımlandığını duyurmak isterim. Kitabın ismi, İki Yol Açıcı: Nureddin Topçu ve Necip Fâzıl.
Dün Necip Fâzıl’ın vefatının 33. yıldönümüydü. Bu iki “yol açıcı”yı rahmetle yâd ediyorum.