Yazar ve şairlerin kıyıda köşede kalmış eserlerini bulup çıkarmanın doğru olup olmadığı hususunda çok düşünmüşümdür. Son zamanlarda bazı yazarların çeşitli gazete veya dergilerde unutulmuş yazılarını bulup bir keşif heyecanıyla neşretmenin revaçta olduğunu fark etmiş olmalısınız.
Şunu öncelikle ifade etmeliyim: Bu yazı veya şiirler çeşitli sebeplerle sahipleri tarafından unutulmak ve unutturulmak istenmiş olabilir. Yahya Kemal’in Mütareke döneminde yazdığı bazı yazı ve şiirlerinin 1930 ve 1940’larda başına dert açılmaması için gün ışığına çıkarılmasını istemediği biliniyor. Necip Fâzıl da, dünya görüşündeki büyük değişme sebebiyle, gençliğinde yazdığı “Kadın Bacakları” gibi bazı şiirlerinin ortaya çıkarılmasını istemezdi.
Artık beğenilmediği, acemice bulunduğu için unutulmak istenen eserler de vardır. Şairinin şiir kitaplarına alma lüzumunu hissetmediği sıradan bir şiiri bulup büyük bir keşif yapmış gibi gürültü çıkarmayı anlamsız buluyorum. Keşfedilen eser, çıkarılan gürültüye değmeli... İsim benzerlikleri de bazı “kâşif”leri zaman zaman yanıltıyor. Mesela altında Mehmed Rauf imzası bulunan her yazı Eylül yazarına, Ahmet Hamdi imzası bulunan her yazı da Tanpınar’a ait olmayabilir. Bu bakımdan çok dikkati olmakta fayda vardır.
***
Söz konusu olan, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fâzıl, Peyami Safa, Nâzım Hikmet, Cemil Meriç gibi önemli şair ve yazarlarsa, onların fikir ve sanat hayatlarını eksiksiz kavrayabilmek için yazdıkları her şeyi ortaya çıkarıp ulaşılabilir kılmak gerekir. İyi biyografiler yazılabilmesi için bu şarttır. Özellikle Refik Hâlid Karay ve Peyami Safa gibi, hayatlarını idame ettirebilmek için çok yazmak zorunda kalan usta yazarların bütün yazdıklarını kitaplaştırma imkânı bulamadıkları unutmamalıdır. Ancak bu derlemeleri yaparken seçici davranmanın, işimize gelmeyen, görüşümüze uymayan yazıları yok saymanın çok yanlış olduğunu özellikle belirtmek isterim.
Refik Hâlid Karay’ın gazetelerde kalmış yüzlerce yazısının derlenip İnkılâp Kitabevi tarafından on sekiz kitaplık bir dizi halinde yayımlanmakta olduğundan daha önce bu köşede söz etmiştim. Bu dizi sayesinde Refik Hâlid’in hayatı, zevkleri, alışkanlıkları, seyahatleri, dünyaya bakış tarzı, düşünce dünyası, daha da önemlisi, fikirlerindeki gelişme ve değişmeler hakkında artık daha rahat konuşabileceğiz.
Keşfedilen her yazısı edebiyat dünyasında büyük bir heyecan uyandıran Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da kitaplarına girmemiş çok sayıda yazısının bulunduğunu bu işlerle uğraşanlar öteden beri biliyorlardı. Ancak bunların toplanıp bir araya getirilmesi için birilerinin işe el atması lâzımdı. Sonunda üç değerli araştırmacı kolları sıvayıp bulabildiklerini Mücevherlerin Sırrı (2002) adıyla bir araya getirdiler. Daha sonra başka yazılar da bulundu. Hatta sevgili dostum İbrahim Şahin, yeni bulduğu Tanpınar yazılarını Türk Edebiyatı dergisinde neşretmeye devam ediyor.
***
Bu arada genç bir akademisyen olan Erol Gökşen’in de Tanpınar’ın kitaplarına girmemiş bütün yazılarını toparlamak için çalışmaya başladığını ve Mücevherlerin Sırrı’ndakiler dâhil, bulabildiği bütün yazı, mektup ve röportajları Dergâh Yayınları için Hep Aynı Boşluk adıyla yayına hazırladığını biliyorsunuz. Bu hazine değerindeki beş yüz küsur sayfalık kitapta yer alan yazıların hepsi, “İyi ki günışığına çıkarılmış!” diyeceğiniz harika yazılardır. “Edebiyat”, “Estetik ve Plastik Sanatlar”, “Medeniyetler ve Zihniyetler”, “Toplumsal ve İktisadi Hayat”, “İnsana Dair”, “Siyaset ve Siyaset Adamları”, “Mektuplar”, “Anketler”, “Röportajlar” ve “Diğer Yazılar” başlıklarıyla on bölüm halinde tasnif edilen bu yazılar arasında tadına doyulamayacak olanlar var. Mesela “17. Asır Şairlerinden Nailî’nin Bir Günü”, “Eski Şiirimize Dair”, “Sonbahar Türküsü”...
Tanpınar’ın bazı eserler hakkında yazdığı kritikler, 1930-1960 arasındaki edebiyat hayatımız hakkında fikir veriyor. Mai ve Siyah’ın kahramanı Ahmet Cemil’le mülâkatının ikinci bölümü de mutlaka okunması gereken bir metindir. Bu mülâkatın birinci bölümü, Zeynep Kerman hocamızın yayına hazırladığı Edebiyat Üzerine Makaleler’de yar almıştı. Türk İllüstrasyonu isimli az bilinen bir dergide yayımlandığı için gözden kaçan “Konya’ya Umumi Bir Bakış” başlıklı yazıyı da Beş Şehir’in müjdecisi olduğu için çok önemli buluyorum. Beş Şehir’in tahkikli baskısını hazırlarken maalesef bu yazıdan haberdar değildim.
Tanpınar’ın 27 Mayıs Darbesi’nden sonra yazdığı siyasî yazılardan -ki bunlar onun gibi bir entelektüele hiç yakışmayan talihsiz yazılardır- çok tartışıldığı için söz etmeye gerek görmüyorum.
Velhasıl, Erol Gökşen önemli bir iş başarmıştır. Araştırmaya devam ettiğinden ve yeni baskılara yeni yazılar ilave edeceğinden eminim. Hep Aynı Boşluk’u bütün edebiyatseverlere ve Tanpınar hayranlarına hararetle tavsiye ediyorum.
Derkenar
Eski şiirimiz beşerî değil miydi?
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kitaplarına girmemiş yazılarından oluşan Hep Aynı Boşluk’ta, Bugün gazetesinin 5 Ekim 1938 tarihli nüshasında yayımlanmış “Eski Şiirimize Dair” başlıklı bir yazı da yer alıyor. O tarihlerde divan şiirine yöneltilen “beşerî değil” eleştirisine bu yazıda Tanpınar tarafından şöyle cevap verilmiş:
“Eski şiirimizi çok defa beşerî olmamakla itham ederler. Sanki insan cinsi bir tek imiş gibi. Hâlbuki insanoğlunun elinden çıkan her şey beşerîdir. Çünkü arkasında hayal anlayışları, duyuş ve düşünüş tarzları ve güzellik hakkındaki fikirler ile bütün bir cemiyet vardır. Nasıl tek bir meyvede toprağın ta derinliklerin den sızıp gelen meçhul kudretler bir lezzet ve rayiha olmuşsa tek bir mısrada da öylece sayısız cetlerden beri gelen ananeler, itikatlar, ölü dinler, büyük sergüzeştler velhasıl o dili kullanan ların zaman ve mekân içindeki bütün hayat tecrübeleri öylece bir ahenk ve lezzet hâline gelmeyi kendilerine âdeta bir gaye etmişlerdir. Araştırılsa kökleri bu kadar derine giden bir şey beşerînin dışına nasıl çıkarılır. Zaten bu beşerî kelimesinden daha müphem veya daha şümullü hangi kelime vardır.”