Perşembe günkü yazımda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ezan ve salâlara standart getirileceğini, minarelerde kullanılan ses cihazlarının desibel ayarlarının gözden geçirileceğini, çok sayıda caminin bulunduğu bölgelerde de ezanların birbirine karışmaması için düzenleme yapılacağını açıkladığından söz etmiş, bunun çok sevindirici bir haber olduğunu belirttikten sonra minare meselesi hakkındaki görüşlerimi açıklamıştım.
Şu hususu tekrar ifade etmek istiyorum; ezanın da bayrak gibi millî kimliğimizi ve bağımsızlığımızı temsil ettiği, millî mutabakat metnimiz olan “İstiklâl Marşı”nda tescil edilmiştir. Ama bu, maalesef müezzinlerimizin büyükçe bir kısmının ezanı bu yüce mânâsına yakışır bir güzellikte okuyamadıkları gerçeğini görmezden gelmek için gerekçe olamaz. Üstelik bazı müezzinlerin tembellik etmeleri yüzünden heveskârlar mikrofona geçip ezan okuduklarını zannederek İslam’ın ruhunu rencide etmektedirler.
Estetik duygusundan mahrum olmayan Müslümanların öteden beri bu mesele üzerinde kafa yorduklarını ve çareler aradıklarını biliyorum. Bu arayışın Diyanet’te karşılığını bulmuş olması çok önemlidir.
***
Güzel sesli ve musiki eğitimi almış müezzinlerce okunan ezanların son derece etkileyici olduğu muhakkaktır. Şehirleri motor gürültülerinin istila etmediği zamanlarda, şerefelere çıkan müezzinlerce, araya hoparlör ucubesi sokulmadan, insan sesinin bütün tabiiliği ile okunan ezanlar birçok şaire ilham kaynağı olmuştur. Mesela Tevfik Fikret, “Sabah Ezanında” isimli şiirinde, sabah ezanı okunurken ulvî bir sessizliğe bürünen tabiatın sessiz sessiz ibadet ettiğini; gizli ve açık, aydınlık ve karanlık bütün âlemlerin Allah’ı andığını söyler.
Ahmet Hâşim de “Allahü Ekber” isimli şiirinde yine bir sabah ezanını dinlerken hissettiklerini dile getirmişti. Bu güzel şiirinde, seher vaktinin derin sessizliğinde birden yakaran bir sesin gökleri titrettiğinden söz eden Hâşim, o anda ruhunun bu hidayet nuru ve ilahi sesle vecde geldiğini ve şükür secdeleriyle dünyanın bütün güzelliklerini terk edip başka bir âleme geçtiğini söylüyordu. Yahya Kemal de annesinin Üsküp’teki kabrine armağan ettiği “Ezan-ı Muhammedî” redifli gazelinde aynı duyguları terennüm etmiştir.
Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî
Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî
Ezanın anlamını ve ezanlar okunurken duyulan “vecd ü istiğrâk”ı en iyi anlatan şair, şüphesiz Mehmed Âkif’tir. Birinci Safahat’ta yer alan “Ezanlar” şiirinde, ezan okunurken yaratılışın bütün âhenginin Hakk’ı ezberden yâd ettiğini söyler. Berlin Hatıraları’nın son bölümünde ise, Çanakkale’de savaşan mücahitlere “Allah rızası için sebatı kesmeyiniz; çünkü ümidimiz yalnız sizsiniz. Direnmekten vazgeçerseniz Tevhid ebediyyen söner gider!” diye yalvaran Âkif’in şu mısralarına dikkatinizi çekmek isterim:
Minâreler sökülür sînesinden âfâkın;
Fezâya söylemez artık lisânı Hallâk’ın!
Arif Nihat Asya da “Dua” şiirinde aynı endişeyle “... minareleri/Ezansız bırakma Allah’ım” diye yakarmıştı.
***
Şairlerimiz bu şiirlerini hiç şüphesiz İstanbul’un çok iyi musiki eğitimi almış güzel sesli müezzinleri tarafından okunan son derece etkileyici ezanları dinleyerek yazmışlardı. Genellikle Sabâ ve Dilkeşhâverân makamlarında okunan sabah, Sabâ veya Hicaz makamlarında okunan öğle, Hicaz makamında okunan ikindi, Hicaz veya Rast makamlarında okunan akşam, Hicaz, Bayâti, Nevâ ve Rast makamlarında okunan yatsı ezanlarının Müslümanların hayatına ilave ettiği estetik boyut çok önemlidir.
Hayatı ve çevreyi güzelleştirmek temel İslamî prensiplerden biridir. İlk müezzin Bilâl-i Habeşî ashabın en güzel seslisi ve ezan mukaddes bir davetse, bütün ezanlar güzel okunmalı ve hiç kimseyi rahatsız etmemelidir.
***
Şüphesiz eskiden de sesleri güzel olmadığı gibi hiç musiki eğitimi almamış müezzinler vardı ve her devirde şikâyet konusu olmuşlardı. Klasik literatür taranırsa bu konuda bir yığın hikâye bulmak mümkündür. Bu hikâyelerin hepsinde, güzellikten mahrum sesin ve kötü okunan ezanların insanları Müslümanlıktan soğuttuğu, güzel sesli müezzinlerce okunan ezanların ise kalplere huzur ve iman heyecanı aşıladığı vurgulanmıştır. Mesela Şeyh Sadi, Gülistan’ında hoş bir fıkra anlatır: Bir seyyah, yolunun düştüğü bir şehirde bir caminin minaresinden bed sesli bir müezzinin bağıra bağıra ezan okuduğunu görür ve namazdan sonra müezzini bulup “Ezanı kaça okuyorsun?” diye sorar. “Para için değil, Allah için okuyorum” cevabını alınca söylediği çok manidardır: “Öyleyse, Allah için okuma!”
Bu yazdıklarımdan hoparlörün yasaklanmasını istediğim anlamı çıkarılmamalıdır. Hoparlörü büsbütün yasaklamak, gürültü kirliliğinin had safhaya ulaştığı şehirlerde, bir bakıma ezanı susturmak anlamına gelir. Ancak desibel ayarlarının yapılması, özellikle çok sayıda camiin bulunduğu bölgelerde merkezî bir camiden güzel sesli bir müezzinin ezanı mikrofonla okuması, o civardaki camilerden de müezzinlerin tabii sesleriyle ona iştirak etmeleri daha “estetik”tir, daha insanîdir.
Şu hadis-i şerifi tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum: “Muhakkak ki Allah güzeldir ve güzelliği sever.”