Korona günlerinde yaptığım işlerden biri de kütüphanemdeki eski dergileri yeniden gözden geçirmek... Yeni dergileri muhafaza edemiyorum, ama 1930-1960 yılları arasında neşredilmiş dergilere özel merakım var; kütüphanem bu yönüyle bir hayli zengindir.
Önceki gün Necip Fâzıl’ın 1936 yılında çıkardığı Ağaç dergisinin 18 Nisan 1936 tarihli 6. sayısındaki “Kitap-Mecmua-Gazete” sayfasında “Bir İzah” başlıklı kısa yazı dikkatimi çekti. Yazı şöyle başlıyor:
“Kurun gazetesinin Necip Fâzıl’a atfen neşrettiği anket dürüst değildir. Kendisine müracaat eden anketçiden Necip Fâzıl işinin çokluğunu bahane ederek mazur görülmesini istemiş ve bu zat tanıdığı bir kimse olduğu için sırf onun şahsına hitap niyetiyle ve şaka kasdile sual maddelerinin kenarlarına birtakım alaylı mütalâalar karalamıştır.”
Yazının devamından, anketi yapan kişinin önce Necip Fâzıl’la hayalî ve gayrı ciddi bir mülâkat yaparak 1 Nisan şakası niyetine neşrettiği, bir hafta sonra da şairin şaka niyetine verdiği cevapları okuyucularıyla “ciddi gibi göstererek” paylaştığı anlaşılıyor. Siz olsanız, bu ne anketiymiş, Necip Fâzıl ne cevap vermiş, anketçi nasıl bir mülâkat uydurmuş diye merak etmez misiniz? Derhal Atatürk Kitaplığı’nın dijital arşivinden Kurun gazetesinin 1 Nisan 1936 tarihli sayısına ulaştım. Birinci sayfada sağda “Gençlerle Başbaşa” başlıklı bir anket... Reşat Enis’in cevaplarının yer aldığı sütunda küçük bir kutuda okuyucu “Necip Fâzıl Ne Diyor?” sorusuyla beşinci sayfaya yönlendirilmiş. Beşinci sayfada yer alan Osman Cemal (Kaygılı) imzalı hayalî -ve aşağılama amaçlı- mülâkatta mesela “Eskilerden en çok kimi beğenirsin?” sorusuna Necip Fâzıl’ın cevabı şöyle:
“Vallahi monşer, eğer benden riyakârlık beklemez ve gerçekten kanaatimi olduğu gibi söylememi istersen ben eskilerden ebcet hesabile tarih söyleyenleri pek beğenirim ve mesela bunlardan Fuzuli’ye bayılırım. Fuzuli öyle ince bir sanatkardır ki tarih söylemekte onun kadar mükemmelini görmedik. İşte onun Kel Memiş isimli birinin ölümü için söylediği bir tarih size: ‘Kel Memiş gelmemişe döndü cihana sad hayf!’ Görüyorsun ya Fuzuli bir tek mısrada ne hüner, ne sanat, ne incelik göstermiş! Kel Memiş’le gelmemişi yan yana getirip böyle şedövr bir mısra ortaya çıkarmak her babayiğidin, hatta son zamanların ben sonra en yüksek şairi sayılan Nâzım Hikmet’in bile kârı değildir.”
***
Gazeteyi geriye doğru tarayınca 20 Mart’ta ilan edilen anketin Beş Hececiler’den sonra yetişen şairler neslini tanıtmak amacıyla düzenlendiğini öğrendim. Meğerse Basın Genel Direktörlüğü tarafından bir Fransızca Türk şiiri antolojisi neşredilmiş ve bu antoloji etrafında küçük bir kıyamet kopmuş. Bu tartışmalar sırasında Beş Hececiler kendilerinden sonra ciddiye alınacak yeni bir nesil yetişmediğini iddia etmişler. Kurun gazetesi de nisan sonlarına kadar devam eden ve yeni tartışmalara yol açtığı anlaşılan bir anket düzenlemiş. 21 Mart’ta Nâzım Hikmet’in cevaplarıyla başlayan ankette, o yıllarda eser veren bütün şairlerin ve bazı yazarların görüşleri alınmış.
Kurun, Osman Cemal’in Necip Fâzıl’ı öfkelendiren hayalî anketini neşrettikten bir hafta sonra da şairin -kendi iddiasına göre neşredilmemesi kaydıyla- verdiği cevapları muhtemelen şairin gösterdiği tepkiye bir karşılık olmak üzere kamuoyuna duyurma yoluna gitmiş. Sorular ve Necip Fâzıl’ın cevapları şöyle:
- Hececiler, kendilerinden sonra edebî bir nesil gelmediğini iddia ediyor ve eserleri nerede diye soruyorlar. Ne dersiniz?
- Ne geldiyse kendilerinden sonra geldi.
- Dünkü ve bugünkü edebiyatımız hakkında düşünceleriniz?
- Tanzimat’tan bugüne kadar hâlis ve hakiki edebiyat yoktur.
- Sanat hayatınızda ne yapmak istiyorsunuz?
- Allah bilir!
- Eskilerden ve yenilerden beğendikleriniz?
- Eskilerden Hazreti Adem’i, yenilerden Hazreti Hızır’ı!
- En çok beğendiğiniz şiir?
- Yoktur!
***
Önceki gün gözden geçirdiğim dergilerden biri de Peyami Safa’nın 1950’lerde çıkardığı Türk Düşüncesi... Maalesef tamamını edinemediğim bu derginin bendeki sayılarından biri de Mayıs 1959 tarihli “İrtica” özel sayısıdır.
O sıralarda da irtica yaygaraları ortalığı sardığı için “irtica”, “inkılâp”, “muhafazakârlık” ve “yobazlık” kavramlarını adamakıllı tarif etmek ihtiyacını hisseden Peyami Safa, “İrtica nedir?” başlıklı yazısında irticaın genel olarak “geriye doğru hareket” mânâsına geldiğini hatırlattıktan sonra (ki buna göre geriye doğru bütün hareketler irticadır), her canlı varlığın kendini koruma içgüdüsü bulunduğunu söylüyor. Özetle diyor ki:
Her şuurlu varlık hafıza vasıtasıyla kendini unutmaktan kurtulur ve kendini tanır. Alışkanlıkları vasıtasıyla kendi kendini tesis eder ve varlık kategorileri arasındaki yerine yerleştirir. Fertler için hâfıza ne ise, cemiyetler için tarih ve gelenekler odur. Tarihini kaybeden millet hâfızasını ve şuurunu kaybetmiştir. Bunun için muhafazakârlık tarihçi ve gelenekçidir. Cemiyetin geçirdiği zaruri inkılapların geçmişe ait değerleri yok etmemesini ister ve toplumun ölçüsüz değişmeye karşı mukavemetini temsil eder. Yani muhafazakârı (ve Muhafazakâr Parti’si) olmayan bir toplum düşünülemez. Ancak cemiyetin benliği ferdinki gibi hareketli bir vahdettir, ilerlemenin vahdetidir, sürekliliktir. Olduğu yerde kalan bir benlik değildir. Muhafazakârlık eskiyi muhafaza eder, fakat yeniyi tepmez; teptiği zaman irtica olur.
İleri memleketlerde muhafazakârlarla mürteciler ve mürtecilerle yobazlar arasındaki farka dikkat edilir. Aynı ölçüde, geçmişin düşmanı olmayan inkılâpçılarla düşmanı olan inkılâpçılar arasındaki farkın da şuuru vardır. Hakiki muhafazakâr inkılap düşmanı olmadığı gibi, hakiki inkılapçı da tarih ve gelenek düşmanı değildir.
İrtica kavramı kaypak ve bulanıktır. Belirli bir gerçeği karşılaması için sınırlandırılması gerekir. Uluorta kullanılan “irtica”, “inkılâp”, “devrim” kelimeleri hiçbir şey ifade etmez ve zihinleri karıştırmaktan başka bir işe yaramaz.
***
Evet, eski mevkutelerde, yani gazete ve dergilerde keşfe çıkmak çok zevkli ve verimlidir. Hiçbir keşif gezisinden eliniz boş dönmezsiniz.