Birkaç gün önce Yeniköy’deki Said Halim Paşa Yalısı’nın selamlık bölümünde tören salonunun bir duvarını boydan boya kaplayan 5.65 x 7.76 ebadındaki çok figürlü “Çölde Av” tablosunun Millî Saraylar Resim Müzesi’ne taşındığı, eminim, sanata ve kültür tarihine ilgi duyanların dikkatinden kaçmamıştır.
Bu haber verilirken kullanılan bilgiler o kadar itinasız ki, insan neresini düzelteceğini şaşırıyor. Söz konusu tablonun oryantalist ressam Félix Auguste Clément tarafından yapıldığı doğru. Ancak bu tabloyu Mısır’a 1862 yılında giden Clément’e 1849 yılında ölen Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından yaptırılmış olması imkânsız. “Çölde Av” tablosunun yapıldığı tarihte (1865) Mısır hıdivi İsmail Paşa’ydı. Bir haberde de Clément’ten Said Halim Paşa’nın hem yakın dostu hem de av arkadaşı olarak söz ediliyor. Sanatçı, 1868 yılında ülkesine, yani Fransa’ya dönmüş. 1865 yılında doğan Said Halim Paşa o tarihte üç yaşındadır, nasıl av arkadaşı olabilirler? Clément’in İstanbul’a geldiğine dair hiçbir kayda rastlamadık. O halde yalının iç mimarı da olamaz.
Üç dört gün öncesine kadar tören salonunda bir duvarını “Çölde Av” tablosunun süslediği Said Halim Paşa Yalısı, 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış; kesin inşa tarihi belli değil. Mimarı Petraki Adamanti ve ilk sahibi Düzoğulları ailesidir. Daha sonra Logofetler’e intikal eden yalı, özellikle Sultan Abdülaziz devrinde İstanbul’a adeta bir kültür çıkarması yapan Mehmed Ali Paşa hanedanından Abdülhalim Paşa’nın mülkiyetine geçmişti.
***
Abdülhalim Paşa ve oğlu Said Halim Paşa’nın onarım sırasında önemli değişiklikler yaptırdıkları yalıyı kendi zevklerine göre tefriş ettirdikleri muhakkaktır. Bu arada Kahire’den kimin siparişiyle yapıldığını bilemeyeceğimiz “Çölde Av” tablosunu da getirttikleri, devasa boyutlardaki bu tablonun rahatlıkla taşınıp yalıya sokulabildiğine göre rulo haline getirilebilir bez veya muşamba gibi bir malzemeye yapıldığı anlaşılıyor.
Said Halim Paşa Yalısı’ndaki Clément imzalı tek tablonun “Çölde Av” olmadığını, sanatçının belki de çöl hayatını yansıtan bir tablo serisi yaptığını ve bunlardan en az ikisinin İstanbul’a getirimdiği zannediyorum. Feylesof Rıza Tevfik, bir yazısında, Prens’e felsefe dersleri verdiği için haftada üç gün gittiği ve geceleri de kaldığı yalının kabul odasını süsleyen yağlıboya bir tablodan söz eder; engin ve dümdüz bir çölün ortasında pek açık sarı bir hecin devesine binmiş silahlı bir bedevinin tasvir edildiği büyücek bir tablo... “Bu tabloyu yapan Fransız artist,” diyor Rıza Tevfik, “kızgın güneş ziyası altında gözler kamaştıran boş fezanın, havanın ve ince kum sahrasının rengini, ıssızlığını ve korkunç vahşetini o kadar muvaffakiyetle ifade etmiştir ki, tabloya baktıkça ben Boğaziçi’nin en dilber noktasında bulunduğumu unutmamak için ara sıra etrafıma da bir göz gezdiriyordum.”
Rıza Tevfik’e göre, söz konusu tabloda, ressam, güneşi göstermeden tabloyu ışığa boğarak çölde zeval vaktini tasvir etmişti. Bedevi ve devesinin kuma düşen gölgesi güneşin varlığına işaret ediyordu. “Çölde Av” tablosunda da güneş gösterilmemiş, fakat yaydığı ışık iyi tasvir edilmiştir. Feylesof’un ifadesiyle, ressam iki tabloda da “Arabistan çöllerinin takriben zevali saat bir sularında arz ettiği hali ve manzarayı tasvir etmek istemiş ve cidden muvaffak olmuştur.” (Rıza Tevfik Bölükbaşı, Sanat ve Estetik Yazıları, haz. Abdullah Uçman, Dergâh Yayınları, İstanbul 2018, s. 157-159).
***
Rıza Tevfik’in tasvir ettiği tablonun akıbeti hakkında bir bilgim yok. Belki özel bir koleksiyonu süslüyor, belki yalının 1995 yılında geçirdiği yangında yanıp kül olmuştur. Yalı 2004 yılında bir turizm şirketine kiralandıktan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Yıldız Sarayı depolarına taşınan eserler arasında da olabilir.
Yangın dâhil, başına gelmedik felaket kalmayan Said Halim Paşa Yalısı, sadece siyasî tarihimizin değil, kültür tarihimizin de önemli mekânlarından biridir. Rıza Tevfik, söz konusu yazısında Said Halim Paşa hakkında, “güzel sanatlarda pek iyi bir anlayışı, doğru görüşü ve fıtrî bir zarafeti vardı. Bilhassa musikide, resimde, heykeltıraşlıkta ve şiirde zevki müsellemdi,” diyor. Aynı zamanda önemli bir mütefekkir olan Paşa’nın özellikle musikide, İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in ifadesiyle “malûmat-ı kâmilesi vardı”, çok iyi ud ve tanbur çalardı. Esasen, musiki sevgisi babasından itibaren ailesinin alâmet-i farikası haline gelmişti. Halim Paşa’nın çok zengin bir nota koleksiyonu vücuda getirmek için büyük paralar harcadığını, mesela Mâye Faslı’ndan iki beste ve iki semai olmak üzere dört parça eseri notaya aldırmak için 500 altını hiç tereddüt etmeden ödediğini biliyoruz.
Said Halim Paşa Yalısı, 19. yüzyılın sonlarından itibaren eski musikimizin nefes alıp verdiği mekânlardan bir olmuştur. Refii Cevat Ulunay, bir yazısında “Burası Türkiye’nin ve Türk musikisinin bir akademisi idi. İstanbul’un en büyük üstadları burada toplanırlar; muazzam salonda âvizelerden süzülen ziyalar nur şelâleleri gibi denize dökülür. Yalının önün hanımiğnesi kayıklar, piyadeler, kiklerle dolar. Nedim ve Üsküdarlı Fuat Beyler, Hacı Kerametler, Hafız İsmailler arkadaki koruda bülbülleri çatlatırlar, setreli ağalar büyük gümüş tepsilerde rıhtıma yanaşan yüzlerce kayığa dondurmalar, şerbetler ikram ederlerdi,” diyor.
Abdülhak Şinasi Hisar’ın ballandıra ballandıra anlattığı Boğaziçi mehtap safalarını ihya eden de Said Halim Paşa’ydı.
***
“Çölde Av” tablosunun Millî Saraylar Resim Müzesi’ne taşınarak korumaya alınmış olması doğru bir karardır. Bakanlık, Said Halim Paşa Yalısı’nı keşke zamanında sembolik bir bedelle kırk dokuz yıllığına bir şirkete kiralamak yerine Kavalalı hanedanının kültürel dünyasını yansıtan bir müzeye dönüştürseydi ve “Çölde Av” tablosu yerinde kalsaydı daha doğru olurdu.