Geçenlerde bir televizyondan Cinuçen Tanrıkorur hakkında görüş almak için aradılar. Meğerse 20 Şubat, aziz sanatkârın doğumunun 80. yıldönümüymüş. Bu vesileyle dün Bilim ve Sanat Vakfı’nda da bir panel vardı.
Perşembe sabahı çekim ekibini beklerken yıllar önce çeşitli vesilelerle bir araya geldiğimiz Cinuçen Bey’le konuştuklarımızı hatırlamaya çalıştım. Tanışıklığımız epeyi eski olmakla beraber dostluğumuz benim İBB Kültür AŞ’deki görevim sırasında, yani 1990’larda başlamıştı. Büyükşehir Belediyesi’nin kültür faaliyetlerinden olmak üzere Yahya Kemal’den bestelediği eserlerden oluşan muhteşem bir konser vermesini sağlamıştım. Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler isimli kitabının yayımlanmasına aracılık eden de benim.
***
Cinuçen Bey, kendi kendisiyle tatlı tatlı alay etmesini bilen bilge bir sanatkârdı. İsmiyle ilgili olarak anlattıklarına çok gülmüşüzdür. Dedesi Hacı Tahir Cidali ve babası Zaferşan Bey de kendisi gibi enteresan adamlarmış. Yaman bir İttihatçı ve amatör bir şair olan Tâhir Cidâlî Bey, bütün çocuklarına ebced hesabıyla doğum tarihlerini gösteren isimler vermiş: Lütfuhak, Savnihüdâ, Şânuzafer, Dürrisemîn ve Mecdinevîn... Unutmadan kaydetmeliyim: Savnıhüda, soyadı kanunu çıktığında kendi ismini Türkçeleştirip aile için soyadı olarak almış.
Cinuçen Tanrıkorur, kendisi genç yaşta vefat eden (1996) Bekir Sıdkı Sezgin’le bir çalışma sırasında.
Tahir Cidali Bey’in oğullarından Şânuzafer -ki genellikle Zaferşan diye çağrılırmış- terzilikten kunduracılığa, ciltçilikten mobilyacılığa kadar kırka yakın sanat dalında birinci sınıf sanatkâr ve babası gibi orijinal isim meraklısıymış. Oğlu için daha önce hiç kimsenin kullanmadığı bir isim aramış, bulmuş: Cinuçen. Bu ismi oluşturan kelimelerden Cinu zafer, çen de şan mânâsına geliyormuş; yani Zaferşan Bey, oğluna kendi isminin öztürkçesini vermiş. Cinuçen’in Şark Türkçesinde muzaffer (yenici) anlamına geldiğini de daha sonra öğrenmişler. Cinuçen Bey, Sâz ü Söz Arasında isimli hatıratında diyor ki:
“Türkçede herhangi bir kavramla çağrışım yapması mümkün olmayan ismin, ileride Timuçin, Timuçen, Çinoçen, Çiynuçen, Cüniçen gibi bozuk söylenişleri bir yana, Cinsican gibi, Cinuçar gibi, Ciniçen, Çayiçen, Çeneçal gibi en azından bir mânâsı olan türlü kılıklara sokulabileceğini tahmin etmesi tabii ki mümkün değildi. (Cinuçen büyüyüp de Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği müdürü olduğu zaman, ud meraklısı bir dinleyici Radyo’ya gelip müracaattaki Hüseyin Bey’e ‘Çimbiçen Bey’le görüşmek istediğini söyleyecek, bütün güvenlik personelini gülmekten kırıp geçirecekti).”
***
Öyle bir isim ki, duyup da sahibini merak etmemek imkânsızdır. İsmi kadar, kendisi de nev’i şahsına mahsus olan Cinuçen Tanrıkorur, mesleğini hemen hiç icra etmemiş bir mimar, kudretli bir bestekâr, ud virtüozu, literatüre hakkıyla vâkıf bir müzikolog, birkaç dili konuşup yazacak seviyede bilen bir entelektüel, üslûp sahibi bir yazar ve şaşılacak derecede metanetli bir insandı.
Metanetli dedim; öğrencilik yıllarında yakalandığı kanserle akıllara durgunluk veren bir cesaretle mücadele etmiş, sonuncusu 1999 yılında olmak üzere ondan fazla ameliyat geçirmişti. Galiba bunlardan beşi kanser, biri böbrek nakli, biri bel fıtığı ameliyatı idi. Son ameliyatından sonra kullanmak zorunda olduğu ilaçlar yüzünden emanet böbrekleri iflas etmiş, üstüne üstlük, bir de bel fıtığı ameliyatı geçirmek zorunda kalmıştı. Uzunca bir süre evinde dializ makinesine bağlı olarak yaşadı. Metanetinden hiçbir şey kaybetmemiş ve bir kısmı Dergâh dergisinde parça parça yayımlanan hâtıralarını yazmıştı.
Cinuçen Bey’in geçirdiği hastalıklarından sadece biri bile herhangi bir insanı psikolojik olarak çökertmeye yeterdi. Ama o, çok sevdiği bir hanımefendinin ifadesiyle, “kahraman”dı; direndi, hayattan kopmadı. Yaşadığı acılar, hasret ve gurbet duyguları ilhamını besleyerek mükemmel bestelere dönüştü. Amerika’da diyaliz tedavisi gördüğü sürece yüzlerce beste yapmıştı, daha da şaşırtıcı, Amerikalı hattan Muhammed Zekeriya’dan hat dersleri almıştı. Birazcık daha yaşayabilseydi, yukarıda ismini zikrettiğim hatıratını da tamamlayacaktı.
Yazabildiği bölümleri sevgili dostumuz İsmail Kara’ya teslim eden Cinuçen Bey, Dergâh’taki ilk tefrikaları görebilmişti. Yayınevinin tatile girmesi dolayısıyla erken çıkan Temmuz 2000 tarihli sayıdaki bölümü de son derece bitkin olmasına rağmen ısrarla okumak istemiş, fakat -İsmail Kara’nın anlattığına göre- bitap düştüğü için sonunu getirememişti. Birkaç gün sonra da “göç davulu” çaldı (28 Haziran 2000).
***
Hakikaten kudretli bir bestekâr olan Cinuçen Bey’in besteleri, erbabı bilir ki, demir leblebi cinsinden, bazıları yarım saate yakın süren ve icrası cesaret isteyen uzun soluklu eserlerdir. Mesela Fuzulî’nin “Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâ-yı muhteşemem” mısraının geçtiği ünlü müseddesi üzerine yazdığı destan yirmi dakika, Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” üzerine yazdığı rast destan ise yarım saat sürer. Üstâdın besteleyeceği şiirleri seçerken son derece titiz olduğunu, meslektaşlarının çoğunun aksine, iyi şairlerin tercih ettiğini ayrıca belirtmek isterim. Edebî zevki çok yüksekti. Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler isimli kitabı ve hâtıraları okunursa, onun edebiyatla yakın ilişkisi ve üslûpçuluğu hemen fark edilecektir.
Cinuçen Bey’in titizliği ve mükemmeliyetçiliği ayrı bir bahistir; dostlarından da titizlik bekler, ihmali, bilgisizliği affetmezdi. Bu yüzden dostluğu zor, fakat çok zevkli ve insanı kendini geliştirmeye zorlayan bir dostluktu. Polemikçiydi; inandıkları uğruna kavgaya girmekten çekinmezdi. Bana sorarsanız, Sâz ü Söz Arasında, mücadeleci bir sanat adamının hâtıralarıdır ve musikimizin yakın tarihi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Gelecek hafta Pazar yazısını da kendisine ayıracağım aziz dostum sevgili ağabeyim Cinuçen Tanrıkorur’u rahmetle anıyorum.