İstanbul’da, 1909-1918 yılları arasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun askerî ataşesi olarak görev yapan General Joseph Pomiankowski, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü’ adlı eserinde Çanakkale muharebelerini anlatırken, bu büyük savaşta Türk milletinin savaş gücünün ve askerî dehasının gün gibi ortaya çıktığını söyler ve der ki: “Çanakkale Boğazı’na Türk Termopil’i adını vermek hiç de mübalağa sayılmaz. Bu Boğaz’da yapılan savunma, bir Homeros yaratacak ve millî bir Türk destanına malzeme temin edecek kadar değerlidir.”
Pomiankowski’nin temenni ettiği mânâda bir destanı ancak Mehmed Âkif yazabilirdi; kısmen yazdı da…
Bizden de Celâl Nuri (İleri) Çanakkale zaferini Troyalıların Yunanlılara karşı kahramanca direnişine benzetmiş, Yeni Mecmua’nın Çanakkale Nüsha-i Fevkalâdesi’nde yayımlanan “Çanakkale’de Türkler ve Omiros” başlıklı yazısında şöyle bir sahne tasavvur etmişti:
Truva zaferinin yıldönümünde Olimpos dağının cenneti Elize’de düzenlenen, tanrıların, tanrıçaların ve Truva savaşçılarının katıldığı şenlikte, savaş tanrısı Mars’ın Homeros’u ölümsüzleştirme teklifi görüşülmektedir. İlyada’nın büyük şairi ölümlü olmayı tercih edince başlayan tartışma sırasında, Mars, büyük bir heyecan içinde Elize’ye gelir ve Homeros’u çağırır. Dünyanın görülebileceği bir yerden, Türklerin İngiliz ve Fransızları Çanakkale’den kovalayışını seyrederler. Biraz sonra şenlik sahnesine dönen Homeros, toplantıya katılanlara şöyle hitap eder:
“İlyada’yı da, Odiseia’yı da bugünden itibaren fesh ediyor ve yok sayıyorum. Bundan böyle eserlerim okunmasın. Şurada Dardanos’un eski ülkesinde, daha ötelerde öyle şanlı ve şerefli bir hadisenin, öyle büyük bir savaşın, öyle müthiş bir müdafaanın şahidi oldum ki, dilim tutuldu. Ey Truva’nın meşhur savaşçıları! Sizin hücumlarınız, pek parlak, pek gönül okşayıcı olmakla beraber, ‘Allahü Ekber! Allahü Ekber!’ nakaratıyla dünyanın en büyük ordularını, en heybetli donanmalarını tarumar ederek perişan bir hâlde kaçmak zorunda bırakarak utanca mahkûm eden Türklerin azim ve himmeti karşısında hayli sönük kalır.”
Mehmed Emin Yurdakul da, “İstiklâl Destanı” adlı uzun manzumesinde, Mustafa Kemal hakkında, “Turova önünde Gelibolu’nun/Bağrına bir yeni İlyad yazmıştı” mısralarıyla İlyada’ya ve Truva savaşlarına atıfta bulunmuştu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Çanakkale’de kazanılan zafer nedense pek ön plana çıkarılmadığı için Truva ve Çanakkale savunmaları arasında kurulan bu benzerlik de unutulmuştur. Ancak Montaigne’nin ‘Denemeler’ini Türkçeye çeviren Sabahattin Eyüboğlu, bu büyük yazarın denemelerinden birinde karşılaştığı bir bilgiye dayanarak Truva’yı Dumlupınar’a transfer eder.
Montaigne, söz konusu denemesinde II. Mehmed’in Papa II. Pius’a yazdığı bir mektupta, “İtalyanların bana düşman olmalarına şaşıyorum. Biz de İtalyanlar gibi Troyalıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor’un öcünü almak benim kadar onlara da düşer; onlarsa bana karşı Yunanlıları tutuyorlar” dediğini iddia etmiştir. Sabahattin Eyüboğlu, Montaigne’nin bu cümlelerini Yahya Kemal ve Mükrimin Halil’e okuyarak görüşlerini almak istemiş. Fakat onlar gülmüş ve bunu Montaigne’nin uydurmuş olabileceğini söylemişler. Geniş tarih bilgileriyle tanınan bu iki adamın gerçeği (!) kabul etmek istememelerine epeyce içerleyen Eyüboğlu, bunları anlattığı “İlyada ve Anadolu” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Birkaç ay önce bir anıt jürisiyle Dumlupınar’a gitmiştim. Dumlupınar Savaşı’nda bulunmuş emekli bir albay bize Mustafa Kemal Paşa’nın meydan savaşına kumanda ettiği yerde, zaferin nasıl kazanıldığını anlatıyordu. Başkumandanın ağzından o günlerde duyduğu sözlere birden şunu da ekledi: ‘Dumlupınar’da biz Yunanlılardan Troyalıların öcünü aldık!’ Fâtih’le Mustafa Kemal’i buluşturuveren bu söz yerimden hoplattı beni [...] İster yakışsın, ister yakışmasın, bana olağan gelmekle kalmıyor bu söz: Atatürk’ün tarih görüşüne ve bilinmedik bir yanına ışık tutuyor. Üstelik Fâtih’in mektubuyla birlikte İlyada’yı, Batı kültürünün kaynağını benimsemenin bir yolunu gösteriyor bize.”
Meselenin peşini bırakmayan ve bir yemekte Falih Rıfkı Atay’a Atatürk’ten böyle bir söz duyup duymadığını soran Eyüboğlu ondan da kendisini hiç memnun etmeyen bir cevap almış: “Duymadım, böyle bir söz söylemiş olamaz. Uydurmadır!”
Sabahattin Eyüboğlu, Fâtih’in Bizanslı tarihçisi Kritovulos’un Karolidi tarafından Türkçeye çevrilen ve ‘Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nda tefrika edildikten sonra, 1912 yılında, ‘Tarih-i Sultan Mehmed Hân-ı Sanî’ adıyla yayımlanan kitabında yazdıklarından haberdar olsaydı herhalde daha büyük bir heyecana kapılırdı. Birkaç yıl önce yeni bir tercümesi yayımlanan ‘Kritovulos Tarihi’ndeki şu cümlelere dikkatinizi çekiyorum:
“Fâtih hazretleri burada Achileus ve Ajas vesair kahramanların gömülü bulundukları yerleri araştırmış ve Homeros’un büyük övgüyle söz ettiği bu kişileri ve yaptıkları büyük hizmetleri hatırlayarak haklarındaki takdirkâr hislerini belirtmiş ve kendilerini övmüşlerdi. Padişahın başını sallayarak şu sözleri söylediği rivayet edilir: ‘Cenab-ı Hak, beni bu şehrin ve halkının müttefiki olarak bu zamana kadar sakladı ve korudu. Biz bu şehrin düşmanlarına galip geldik ve onların yurtlarını aldık. Burasını Makedonyalılar ve Teselyalılar ve Moralılar almışlardı. Bunların biz Asyalılara karşı defalarca yaptıkları kötü davranışların intikamını, aradan birçok devirler ve yıllar geçmesine rağmen onların ahfâdından aldık.”
Özellikle Nev-Yunanilik döneminde bu konulara büyük ilgi duyan Yahya Kemal’in ve engin bir tarih bilgisine sahip olan Mükrimin Halil Yınanç’ın Kritovulos’un yazdıklarından haberdar olmamaları düşünülemez. Bu rivayeti ciddiye almadıkları için Sabahattin Eyüboğlu’na ters bir cevap verdikleri anlaşılıyor. Ancak meselenin özellikle Avrupa’da ciddi spekülasyonlara yol açtığını, bu konuda zengin bir literatür bulunduğunu yıllar sonra Stefanos Yerasimos’un yazdıklarından öğrendik.
Kısaca ifade etmek gerekirse, Homeros’u ve İlyada’yı büyük bir ihtimalle Kritovulos’tan öğrenen, dolayısıyla Truva’dan ve Truva savaşlarından haberdar olan Fâtih, “imperium” projesini hayata geçirmek için bu bilgilerden de istifade etmek istemişti. Bu da hiç şüphesiz onun büyüklüğünü, ufkunun ve hayalinin genişliğini gösterir.
MERAKLISI İÇİN BİRKAÇ NOT. Joseph Pomiankowski’nin ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü/1914-1918 I. Dünya Savaşı’ adlı eseri Kemal Turan tarafından dilimize çevrilmiş ve 1990’da yayımlanmıştır (Beni bu kitaptaki Truva ve Homeros vurgusundan haberdar eden Prof. Dr. Kemal Beydilli hocamıza teşekkür ederim). ‘Yeni Mecmua’nın Çanakkale Nüsha-i Fevkalâdesi 1918 tarihini taşır. Celal Nuri’nin yazısı için bk. s. 40-41. Sabahattin Eyüboğlu’nun “İlyada ve Anadolu” başlıklı yazısı Mavi ve Kara (İstanbul 1967) adlı kitabındadır. Karolidi’nin Kritovulos tercümesi, Muzaffer Gökman tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır: ‘İstanbul’un Fethi’, İstanbul 1999. Aynı eserin Ari Çokona tarafından yapılan tercümesi de 2012 yılında yayımlandı. Stefanos Yerasimos’un “Rönesans Aydınlarının Türklere Bakışı: Türkler Romalıların Mirasçısı mıdır?” (Toplumsal Tarih, sayı 117, Eylül 2003) başlıklı yazısı önemlidir. Yerasimos aynı derginin bir sonraki sayısında (sayı 118, Ekim 2003) kendisiyle yapılan röportajda da bu meseleyi başka boyutlarıyla anlatmıştır.