İngiltere’nin dağınık sarı saçlı Dışişleri Bakanı Boris Johnson, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la görüşürken dört beş ay önce onun aleyhinde yazdığı şiiri düşünerek utanmış mıdır dersiniz?
Bence gerek Tayyip Bey, gerekse görüştüğü diğer devlet adamları söz konusu şiirden hiç söz etmeyerek hem ince bir diplomasi dersi, hem de en anlamlı cevabı vermiş, hâl diliyle demişlerdir ki: “Ey Boris Johnson, senin yazdığın küfürname, bizim için ‘Bekkoza Kekbozeden gelse acep mi kartal’... ”
Boris Johnson’ın büyük dedesi Ali Kemal, kendince saçma bulduğu fikirlerle alay etmek için bu tekerlemeyi sık sık kullanırmış. Dışişleri Bakanı olarak Türkiye’yi ziyaret etmek zorunda kalan Johnson’a birisi şu kadim hikmeti keşke hatırlatsaydı: “Bir sözü söylemeden önce iyi düşün. Söylemediğin sürece ona sen hâkimsin; söyledikten sonra o sana hâkim olur!”
***
Boris Johnson’un ziyareti sebebiyle Ali Kemal’in ismi yine sık sık zikredildi; çünkü İngiliz eşi Winifred Brun’dan doğan oğlu Osman, Boris’in dedesidir. Çeşitli vesilelerle gündeme getirilerek uzun uzadıya tartışılan Ali Kemal, Jön Türk hareketinin içinde yer almış olmakla beraber, uygulamalarını beğenmediği İttihat ve Terakki yönetimine karşı etkili muhalefetiyle tanınan bir gazeteci ve aydındı. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Millî Mücadele’yi yürüten kadroyu da İttihatçıların bir uzantısı olarak gördüğü için muhalefetine aynı şiddetle devam etmişti. Bu yüzden zafer kazanıldıktan sonra Tokatlıyan Oteli’ndeki berberde tıraş olurken kaçırılıp İzmit’e götürüldü ve orada Nurettin Paşa tarafından sorgulandıktan sonra linç ettirildi (1922).
Yahya Kemal, “muhalefet etmek için yaratılmış, nev’i şahsına mahsus” bir adam olarak gördüğü Ali Kemal’le Paris’te tanışıp dost olmuş, hatta İstanbul’a döndükten sonra onun çıkarmaya başladığı Peyam gazetesinin yazı kadrosunda Yakup Kadri’yle birlikte yer almıştı. Ancak bir süre sonra Ziya Gökalp’la tanışıp İttihat ve Terakki’ye yanaşması yüzünden aralarına soğukluk girecek, Mütareke devrinde de yolları büsbütün ayrılacaktır.
***
Yahya Kemal, Siyasî ve Edeb î Portreler adlı eserindeki “Ali Kemal” portresinde, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı günlerde ziyaret ettiğini ve artık gazeteciliğe dönüp başını belâya sokmak istemediğini söyleyen eski dostuna şu tavsiyelerde bulunduğunu söyler:
“Büyük bir adam olmak için fırsat ayağına gelmiştir. Himaye edecek kimsesi kalmamış olan Türklüğü müdafaa etmek için ortaya atılırsan yâr u ağyâr nazarında muazzam bir şahsiyet olursun. İttihat ve Terakki’ye yine istediğin gibi söv. Lâkin milletin civanmert bir dâvâcısı ol; etrafında büyük bir ekseriyet bulacaksın! Kendine yepyeni bir ufuk aç. İtilâfçı anâsırından hayır görmedin, yine görmeyeceksin, onlarla şimdiden görüşmemeye dikkat et! Türklüğün sevkitabiisi halinde âteşîn bir milliyetçiliğin başlaması zaruridir, sen gazetende bu cereyanın alemdârı ol!”
Ali Kemal, Yahya Kemal’in bu sözlerinden etkilenmiş, hatta artık gazetecilik etmeyeceğini söyleyerek “Edersem sen beni sansür et, seni harfiyen dinleyeceğime söz veriyorum,” demiştir. Ne var ki çok geçmeden Sabah gazetesinin başyazarlığını üstlenerek Anadolu’da devam eden Millî Mücadele’ye karşı haşin bir muhalefete başlar. Bir gün ziyaretine gelerek Büyükada’da verdiği sözü hatırlatan Yahya Kemal’le bu yüzden aralarında şiddetli bir tartışma çıkmıştır. O tarihten sonra Ali Kemal’in hedefindeki isimlerden biri de Yahya Kemal’dir.
***
“Ali Kemal” portresinin satır araları iyi okunduğu takdirde, Yahya Kemal’in bu eski dostu hakkındaki duygularının bir hayli karışık olduğu fark edilir. Paris’te başlayan ve yaklaşık on dört yıl süren güzel bir dostluğu noktalamak ikisini de çok zor gelmiş olmalıdır. Yahya Kemal, söz konusu portrede, Ali Kemal’in yakışıklılığından, sportmenliğinden, güzel gülüşünden, eski şiire vukufundan, Türkçeyi kullanmadaki maharetinden, rahat, hızlı ve hatasız yazışından övgüyle söz eder. Onun hiç anlamadığı tarafı, “millîliklerimize birçok milliyetperverlerden fazla âşina olan bu adamın kendini nefsaniyetinin galeyanlarına kaptırarak” Türk milliyetperverliğinden nefret etmesidir.
Ali Kemal’i son defa basın müşaviri olarak yer aldığı murahhas heyetiyle birlikte Lozan’a giderken uğradığı İzmit’te, köprübaşındaki darağacında gören Yahya Kemal, o anda hissettiklerinden ne yazık ki söz etmemiştir. Bu konuyla ilgili olarak Muhtar Tevfikoğlu’na anlattığı hâtıralarında da, Ali Kemal’in muhakeme edilmeden linç ettirilmesini tasvip etmediğini hissettirmekle beraber asıl duygularını dikkatle gizlediği görülür. Ancak özel sohbetlerinde Ali Kemal hakkındaki asıl kanaatini şöyle ifade ettiği bilinmektedir:
“Ali Kemal’in vatana ihanet ettiği ileri sürülemez. Uğradığı akıbet mizacına ve millet ekseriyetine muhalif bir ictihadda inat ve ısrar etmesindendir.”
***
Falih Rıfkı Atay da aynı görüşteydi. Çankaya’daki şu cümlelerine dikkatinizi çekmek isterim:
“Ali Kemal parasız ölmüştür ve yabancı uşaklığı yapacak bir mizaçta da değildi. Ali Kemal bir Tanzimatçıdır. Ne istiklalci, ne de milliyetçidir. Fakat huyu suyu ahlakı, üslûb ile zamanının tam bir ‘millî’si, o günkü toplumun yetiştirdiği normal bir insan tipi idi. Ona göre Osmanlı devleti ancak düvel-i muazzamanın himayesi altında yaşayabilir (…) Ali Kemal bu yüzden Mütareke’de amansız İttihatçı düşmanlığı yapacaktı. Bir İttihatçı isyanı saydığı yahut nasıl olsa öyle bir rejime varacağı için Kuva-yı Milliye’nin de hasmı olacaktı.” (Çankaya, İstanbul 1969, s. 140-141)
***
Ali Kemal, aslında geç de olsa hatasını anlayıp milletinden özür dilemiş, daha önemlisi, fırsatı ve imkânı olduğu hâlde kaçmamıştı. Refik Hâlid Karay ve Rıza Tevfik gibi kaçsaydı, muhtemelen o da 150’likler listesine girecek ve sonunda affedilip yurda dönecekti. Bilindiği gibi, oğlu Zeki Kuneralp, Türkiye Cumhuriyeti’nin Hariciye’sine intisap etti ve büyükelçiliğe kadar yükseldi.
Boris Johnson, Dışişleri Bakanlığı’nı ziyaretinde kuzeninin bir hariciyeci olarak bu koridorlarda gezindiğini söylerken dedesi Osman’ın baba bir kardeşi Zeki Kuneralp’ten söz ediyordu.
Not: Bekkoz Beykoz’un, Kekboze de Gebze’nin eski söylenişidir.