Edebiyatta Önyargı. Bir zamanlar önyargı beslediğim bazı insanları yakından tanıdıktan sonra çok sevmişimdir. Farklı düşünmek, farklı duyarlıklara sahip olmak, yok saymak için gerekçe olamaz. Farklılığı zenginlik olarak görünce, kabullenmek kolaylaşır. Farklı olanı anlamaya çalışmak ufuk açıcıdır, insana farklı açılardan bakmasını öğretir.
Önyargılar, belirli bir zamanlarda ve belirli şartlar altında edinilmiş kanaatlerdir. Şartlar değişir, fakat gayret gösterilmezse kanaatler değişmez. Sadece tek tek insanlar değil, ideolojik gruplar, cemaatler, toplumlar da birbirlerine karşı önyargılı olabilirler.
Edebiyat dünyasında da önyargılar çok zaman belirleyici olabilmektedir. Edebî eserin kendisine değil de, yazarının mensubiyetine bakanlarımız hâlâ çoğunluk teşkil ediyor. Birbirini yok sayan, birbirini hiç okumayan iki aydın grubu, iki farklı edebiyat dünyası... Edebiyatta sağ-sol, ilerici-gerici ayrımı Soğuk Savaş yıllarının kötü bir alışkanlığıdır. Soğuk Savaş bitti, ama nasıl politikada o dönemin alışkanlıkları devam ediyorsa, kültür hayatımızda da devam ediyor. Hâlbuki taraflar birbirlerine önyargılarından arınarak bakabilseler, edebiyat hayatımız yeni renkler ve zenginlikler kazanacak.
***
Edebiyat ve Felsefe. Düşünmek, fikir üretmek, filozofların tekelinde değildir. Filozoflar, etik, estetik, metafizik ve bilgi gibi temel meseleler üzerinde kafa yorar, kavrayıcı ve açıklayıcı sistemler inşa etmeye çalışırlar. Acil ve hayatî meseleler daha hızlı düşünmeyi ve çözüm üretmeyi gerektirir. Böyle meselelerle, sosyal bilimlerle uğraşan bilim adamlarının, aydınların ve edebiyatçıların ilgilenmesi son derece tabii ve kaçınılmazdır. Ayrıca edebiyatın etkileme gücünü hesaba katmak gerekir. Ziya Gökalp gibi bazı “düşünür”ler de, edebiyat adamı olmadıkları halde, edebiyatın etkileme gücünden faydalanmışlardır. Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Peyami Safa, Necip Fâzıl, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Kemal Tahir gibi, gerçekten “düşünen” edebiyat adamları hiç şüphesiz, Türk düşünce hayatına ayrı bir renk ve tat kazandırmışlardır. Edebiyat adamları, unutmamak gerekir ki, sezgileri güçlü adamlardır ve zaman zaman sezgileriyle filozof ve mütefekkirlere yol göstermiş, ufuk açmışlardır.
***
Edebî Polemikler. Edebî polemikler, eğer seviyesi korunursa, son derece faydalıdır; yeni düşünce alanları açar ve taraflarda kendi görüşlerini yeniden gözden geçirme fırsatına dönüşür. Ancak bizde hemen bütün polemikler, medenice başlasa bile, çok geçmeden şahsiyata dökülmüş ve küfürleşmeyle noktalanmıştır. Hâlâ öyle... Bunun en önemli sebebi, tarafların kendilerini mutlak haklı görerek birbirlerini küçümsemesi ve aşağılaması, karşı tarafa saygı duymamasıdır. Bu yüzden fikir ve edebiyat tarihimizdeki polemikleri anlatanların çoğu “polemik” yerine “kavga” kelimesini tercih etmişlerdir.
***
Editörlük. Türk yayıncılığında editörlük başlı başına bir problemdir. Editör istihdam eden yayınevlerinde bile bu hizmetin doğru dürüst verildiği söylenemez. Editör olarak görev yapanlara o kadar çok iş yüklenmektedir ki, bırakın yazarlara ve şairlere yol göstermeyi, akıl hocalığı yapmayı, onlarla iletişim kuracak zaman bile bulamamaktadırlar. Piyasada editör olarak görünenlerin akıl hocalığı yapacak seviyede olup olmadıkları ayrı bir konudur. Dergiler için de aynı şeyler söylenebilir. Bizde özellikle edebiyat dergileri bir veya iki kişinin fedakârlıkları sayesinde yaşar. Dergi yöneticisi aynı zamanda hem yazar, hem editör, hem musahhih, hem tasarımcı, hatta hem de paketleyici ve dağıtımcıdır. Bu yüzden genç yazar ve şairlerle özel olarak ilgilenecek vakitleri ve takatleri yoktur.
***
Ve Dergiler. Sinema ve tiyatro, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan belli ölçüde maddi destek alarak ayakta durmaya çalışıyor. Edebiyat, sanat ve fikir hayatımızın nefes alıp verdiği dergilerin niçin ihmal edildiğini henüz anlayabilmiş değilim. Dergilerin Bakanlıkça ciddiye alındığına dair bir işaret de görmüyorum. Herhangi bir bankaya, holdinge, cemaate yahut partiye sırtını dayamamış edebiyat ve düşünce dergilerinin uzun süre ayakta kalmaları mümkün değil. Peki ne yapılabilir? Türkiye’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı yüzlerce kütüphane var; bu kütüphaneler için rüşdünü ispat etmiş dergilere -tabii adalet esas alınarak belli kıstaslar konulmak suretiyle- abone olunsa, bu dergiler hiç değilse ayakta durmayı başarırlar. İyi bir derginin kapanması, kültür hayatımızda bir damarın tıkandığı anlamına gelir. Bu, aslında bir çeşit örtülü sansürdür.