Bundan tam on sekiz yıl önce, 30 Aralık 1999 günü, Yıldız Sarayı Silahhane binasındayız. Hanedan mensupları, bazı partilerin genel başkanları, çeşitli partilerden milletvekilleri, ilim adamları, yazarlar ve gazetecilerin bir araya geldiği bu geniş katılımlı toplantı Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yılı münasebetiyle yayımlanan Osmanlı isimli eseri tanıtmak amacıyla düzenlenmişti. Fakat toplantıya neşeden ziyade hüzün hâkimdi, çünkü hemen girişe yerleştirilmiş bir masada görücüye çıkarılan bu on iki ciltlik dev eserin fikir babalığını yapan ve yazıların toplanmasından matbaaya gönderilmesine kadar her safhasında bilfiil çalışan Hasan Celâl Güzel yoktu; Ayaş Cezaevi’nde çilesini dolduruyordu.
***
Osmanlı’yı yayımlayan Yeni Türkiye Yayınevi’nin editörü, tanıtım toplantısında yaptığı açılış konuşmasında, 8 Temmuz 1999 tarihinde çalışmaya başladıklarını, beş ay boyunca, her gün yirmi dört saat, sekiz telefon, üç faks ve üç e-mail’i kullanarak dünyanın belli başlı ülkeleriyle sürekli temas halinde olduklarını, basın indirimi uygulanmasına rağmen beş aylık telefon faturalarının bile on sekiz bin lira tuttuğunu, sonuçta Türkiye’den 968, Türkiye dışından 810 bilim adamının Osmanlı Devleti’nin siyasî tarihi, ekonomisi, teşkilatı, toplum yapısı, ilim, kültür, sanat ve düşünce hayatı hakkında yaptıkları orijinal çalışmaları bir araya getirmeyi başardıklarını anlatmıştı. Üstelik bu on iki cildin The Great Ottoman-Turkish Civilisation adlı dört ciltlik İngilizce muhtasarı ve Yeni Türkiye dergisinin iki ciltlik Osmanlı özel sayısı hazırlanmıştı. Doksan dört sayı yayımlanan ve her sayısı Türkiye’nin hayatî bir meselesinin ele alındığı özel sayı olarak hazırlanan Yeni Türkiye, iki aylık bir akademik dergidir ve hatırı sayılır bir bilgi birikimi ihtiva etmektedir.
Cumhuriyet’in 75. kuruluş yıldönümü münasebetiyle 1998’de beş ciltlik Cumhuriyet’i, 2002 yılında da yirmi bir ciltlik Türkler’i hazırlayıp yayımlayan Hasan Celâl Güzel, inanılmaz bir enerjiye sahipti ve tanıdığı herkesi kendisi gibi çalışmaya zorlardı. Onun tarafından gece geç vakitlerde kim bilir kaç defa aranmışımdır.
***
Hasan Celâl Güzel benim neslim için bir efsaneydi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Hür Düşünce Kulübü’nü kurarak verdiği mücadeleyi yakın dostlarından çok dinlemişimdir. İlk defa 1980’lerin sonunda, Taha Akyol’un Tercüman’daki odasında yüz yüze görüşmüştük. Bu ilk görüşmedeki duygularımı yıllar önce bir yazımda anlatmıştım. Ayağa kalkarken bir dağın yerinden kımıldadığı izlenimini ve ren iri gövdesiyle al al yanaklarının sevimlileştirdiği yüzü arasındaki tezat şaşırtıcıydı. Bu ilk şaşkınlık, birkaç dakika sonra yerini “kırk yıllık ahbaplık” duygusuna bırakırsa da, onun insanı rahatlatan samimi ve sempatik tavırlarını arkasında gizlenmiş, karşısındakini yakasını iliklemeye zorlayan umur görmüş bir devlet adamının ağırlığı da hemen hissedilirdi. Uzun ve saygıya değer bir demokrasi mücadelesinin içinden gelmiş bir siyaset adamı, devlet dediğimiz karmaşık mekanizmanın en hassas birimlerinde görev ala rak herkesin kolay kolay ulaşamayacağı bilgilerin, yani devlet sırlarının sahibi olmuş bir “devletlû”...
Şöyle yazmıştım: “Hem ismiyle, hem soy ismiyle müsemma bir adam; sevimliği ve cana yakınlığı Hasan ve Güzel’de, ‘devletlû’luğu ise Celâl’de ifadesini bulan “nev’i şahsına mün hasır” bir şahsiyet...”
***
Malatya’da halktan zorla para toplanarak Milli Şef heykeli dikilmek istenince zorba Tek Parti valisinin karşısına dikilen Kâmil Efendi’nin oğlu Hasan Celâl Güzel, hiç şüphesiz samimi bir demokrattı. 28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu’na karşı verdiği kelle koltukta mücadele unutulmaz. Rahmetli Turgut Özal’ın imzasını taşıyan “Tank” lâkabı doğrusu ona pek yakışırdı. Evet, o Tank Hasan’dı ama tankların ordu tarafından kendi halkına karşı yürütülmesine şiddetle karşıydı. Sincan’da yürütülen tanklara karşı sesini ilk yükselten o oldu. Demokrasiyi kimselere bırakmayan, fakat zor zamanlarda son derece kıvrak manevralarla antidemokratik güçlerin yanında mevzilenenlerden değildi. Kurucusu olduğu Yeni Türkiye Araştırma ve Yayın Merkezi’nin demokrasi üzerine ciddi kitaplar çıkardığını da unutmamak gerekir.
***
Bazı gazetelerde köşe yazarlığı da yapan Hasan Celâl Güzel, sadece önemli bir devlet adamı ve siyasetçi değil, aynı zamanda bir kültür savaşçısıydı. Dergisinden ve yayımladığı eserlerden söz ettim. Bu yayınlar aynı zamanda yabana atılmaması gereken bir zevk inceliğini yansıtıyordu. Yazımın başında söz ettiğim tanıtım toplantısını bile en ince ayrıntılarına kadar o planlamış, seslendirilecek türküleri, ikram edilecek şerbetleri ve tatlıları bizzat tespit ettikten sonra cezaevinin yolunu tutmuştu. Milli Eğitim Bakanlığı sırasında, 1940’larda yayımlanmış klasiklerin ye niden basılmasını sağladığını da hatırlatmak isterim. Ayrıca yeni diziler ihdas ederek Hasan Âli Yücel’in gerçekleştirdiği kültür hamlesine benzer bir faaliyete imza atmak istemiş, bunu bir ölçüde başarmıştı da. Günümüz siyasetçilerinden bir farkı da, hümor hissine ve ince bir mizah anlayışına sahip olmasıydı. Onun kaleminden çıkan “Hırsızistan Anayasası”, küçük bir mizah şaheseridir.
Sözün kısası, çok önemli bir devlet, siyaset ve kültür adamını kaybettik. Aziz ağabeyime Allah’tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın.