Arif Nihat Asya, 1928 yılı başlarında Adana Erkek Lisesi muallim muavinliğine, altı ay kadar sonra da aynı şehirdeki Erkek Muallim Mektebi’nin edebiyat muallimliğine tayin edilir. Dil devrimi henüz yapılmadığı için o yıllarda öğretmenler hâlâ muallimdir ve özellikle edebiyat muallimlerine millî bayramlarda ve kurtuluş günlerinde önemli görevler düşmektedir. Adana’nın kurtuluş günü 5 Ocak 1922’dir ve valilikçe bu önemli günün kutlanması için gönderilen genelge doğrultusunda Erkek Muallim Mektebi’nde de bir tören düzenlenecektir.
Adana Erkek Muallim Mektebi’nde de edebiyat muallimi Arif Nihat Bey (soyadı kanunu henüz çıkmamıştır) birkaç öğrencisini -muhtemelen biraz kitap karıştırıp araştırma alışkanlığı kazansınlar diye- 5 Ocak’ın ruhuna uygun güzel bir şiir bulmakla görevlendirir. Bu mektepte Eylül 1928-Aralık 1931 tarihleri arasında görev yaptığına, yıl 1929, 1930 yahut 1931 olmalı... Ne var ki öğrenciler 4 Ocak günü, bütün aramalarına rağmen okunacak seviyede bir şiir bulamadıklarını söylerler. İş başa düşmüştür; o gece sabaha kadar uyumayan Arif Nihat, benim neslim dâhil, birkaç neslin ilkokul sıralarında ezberlediği “Bayrak” şiirini yazar. O yıllarda henüz “kızıl” kelimesi kirletilmediği için “Ey göklerin beyaz ve kızıl süsü” diye başlayan şu meşhur şiir...
Arif Nihat, “Bayrak” şiirini törende okuması için ses tonunu ve şiir okuyuşunu çok beğendiği bir öğrencisini seçer. Bu öğrenci çok sonraları tanınmış bir opera sanatçısı olan, hatta Türkiye’de operanın asıl kurucusu olarak tanınan Aydın Gün’dür. Dinleyenleri heyecanlandıran ve çok beğenilen şiirin kim tarafından yazıldığı merak edilmektedir. Aydın Gün, hocası tarafından sıkı sıkı tembihlendiği için susarsa da Halkevi’nde düzenlenen bir baloda “Bayrak” şiiri tekrar okutulup çılgınca alkışlandıktan sonra ısrarlara dayanamaz, şairin kimliğini açıklamak zorunda kalır. Arif Nihat, artık “Bayrak Şairi”dir.
Aslında Arif Nihat Asya’nın bütün şiirlerini “Bayrak” şiirinin tefsiri olarak okumak mümkün. Son günlerde tuhaf bir tartışmaya konu olan “Şehitler tepesi boş değil” mısraının geçtiği “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” şiiri dâhil...
“Bayrak Şairi”, 1940’larda Millî Şef rejimiyle didiştiği, soğuk savaş yıllarında da milliyetçi ve muhafazakâr kimliği dolayısıyla kültürel iktidar odaklarına ters düştüğü için görmezden gelinen, ona asıl sahip çıkması gerekenlerin de hamasetin ötesine geçip doğru dürüst değerlendiremedikleri, sözün kısası hakkıyla anlaşılamamış büyük bir şairdir. Hâkim şiir temayüllerine itibar etmeyip kendi şiirine sadık kaldığı için -yakın çevresi dışında- gözlerden ırak bir şiir macerası yaşayan ve aruzu da, heceyi de, serbest vezni de büyük bir ustalıkla kullanan Arif Nihat, kim ne derse desin, çok zengin -ve anlaşılır- şiiri, ince ve mizaha yatkın zekâsı, bütün incelikleriyle kullanmayı başardığı Türkçesiyle edebiyatımızda çok özel bir yerin sahibidir.
Arif Nihat, nesirleri dâhil, bütün yazdıklarında, Türkçe’nin yapısındaki incelikleri ve mizah/nükte imkânlarını araştıran bir dil kuyumcusudur. Şiirlerinin çoğu, kolayca söylenivermiş gibi görünse de zor yazılır şiirlerdir. Usta işi rubaileri ve tarih düşürmedeki maharetiyle doğrudan geleneğe bağlayabileceğimiz bir şair olan Arif Nihat’ın şiirimizin zengin birikimini bütünüyle tevarüs etmiş bir şair olduğunu, özellikle eski kelimelerin zengin ses imkânlarından ve çağrışımlarından faydalanarak çok özel bir imaj ve ses dünyası kurduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Sesini sonuna kadar korumayı, şiirlerinde hangi vezni kullanırsa kullansın, kendisi olarak kalmayı başarmış bir şair olan Arif Nihat, bütün değerlerimize aynı hassasiyet ve titizlikle yaklaşmış, keskin zekâsı, şair sezgisi ve Osmanlı zarafetiyle, bizim farkına bile varamadığımız güzellikleri, incelikleri keşfetmiş, en azından devamlı bir keşif gayreti içinde olmuştur. Onun özellikle Osmanlı Devleti ve medeniyetine bakışında Yahya Kemal’in devamını görmek mümkündür. Fakat sosyal meselelerimize, sefilliklerimize, acılarımıza, komplekslerimize daha gerçekçi yaklaşır.
Hakiki şiir ve hakiki mizah, dilin dehasından başka hiçbir şey değildir ve bütün iyi şairler dilin içinden kendi dillerini bulup çıkarabilenlerdir. Ârif Nihat Asya bunlardan biridir ve yeniden keşfedilmeyi beklemektedir. O, sadece millî heyecanın kabardığı zamanlarda değil, her zaman hatırlanması gereken şairlerdendir.
* * *
Hayatı bir dramla başlayan ve geçim sıkıntıları, hayal kırıklıklarıyla dolu yetmiş yıllık ömrünü Türkiye’nin en zor zamanlarında yaşayan Arif Nihat Asya, son yıllarda birkaç defa kalp krizi geçirmiş, 1974 yılının sonlarında tekrar hastalanıp hastahaneye yatırılmıştı. Çok sevdiği karısı Servet Hanım, onun bu dünyadaki son gününü (5 Ocak 1975) şöyle anlatmıştır:
“Arif, ‘Bugün 5 Ocak mı?’ diye sordu. 5 Ocaklarda çok duygulanırdı. Çünkü 5 Ocak 1922’de Adana düşman istilasından kurtulmuştu. Ve Arif o meşhur şiirini bir 5 Ocak gününde yazıp bitirmişti ve şiir ilk defa bir 5 Ocak gününde Aydın Gün tarafından büyük kalabalıklar önünde okunmuştu. ‘Evet, 5 Ocak!’ dedim. Duygulandı. Daldı gitti.”
5 Ocak 2020, Arif Nihat Asya’nın vefatının 45. yıldönümüydü. Büyük şairin, “Şehitler tepesi boş değil!” mısraının bir siyasî lider tarafından yanlış anlaşılarak polemik konusu haline getirilmesi üzerine hatırlanmış olması ne acı!