Geçen Pazar günü çoğu tarihçi olan kalabalık bir grupla Sultanbeyli Belediyesi’nin davetlisi olarak Aydos kalesini ziyaret ettik. Tarih 29 Mayıs’tı, İstanbul’un fethinin 563. yılı... Aydos’un fethi, Halil İnalcık hocamıza göre İstanbul’un fethinin ilk adımıdır.
Altı yıl önce aynı kale hakkında şunları yazmıştım: “Yeni bir semt olan ve ciddi bir kimlik problemi yaşayan Sultanbeyli, adeta bir cennetin ortasında yükselen bu sarp kalenin Osmanlı tarihindeki önemli yeri ve Tekfur kızıyla Gazi Rahman arasındaki aşk hikâyesi iyi işlenebilirse bir cazibe merkezi haline gelebilir. Genç ve nazik Belediye Başkanı Hüseyin Keskin’i doğrusu bu konuda çok heyecanlı ve kararlı gördük. Son yıllarda ciddi bir gelişme kaydeden ve çehresi tamamen değişen Sultanbeyli, belki de halkını rahatsız eden imajdan Gazi Rahman’a Aydos’un kapılarını açan Tekfur kızının saf aşkı sayesinde kurtulacak.”
Bu imkânın iyi kullanıldığını, restorasyonu aşağı yukarı tamamlanan Aydos kalesinde çeşitli kültür faaliyetlerinin gerçekleştirmeye başlandığını öğrenerek memnun olduk. Kalede bir gün önce, bu yıl “göç” temasıyla düzenlenen, on beş ülkeden otuz sekiz şairin katıldığı “Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali”nin son bölümü gerçekleştirilmişti.
***
Sultanbeyli Belediyesi’nin dört yıldır düzenlediği şiir festivalinin ismindeki “İstanbulensis”in ne olduğunu okuyucularımız merak edebilirler. Bu, halk arasındaki ismi “İstanbul Çiğdemi” olan ve havalar ısınır ısınmaz açtığı için baharın müjdecisi olarak kabul edilen endemik bitkinin Latince ismi... Sarı renkli çok güzel çiçek...
Sultanbeyli Belediyesi, Sadece Aydos Ormanı’nda yetiştiği için koruma altına alarak ilçenin belirli bölgelerinde yetiştirmeye başladığı Crocus Olivieri İstanbulensis’i logosunda da kullanıyor.
***
Aydos kalesini ilk defa 2010 yılında, yine mayıs ayında, “Aydos Kalesi ve Fetih Sempozyumu” vesilesiyle ziyaret etmiştim. Tarihçilerden oluşan grubumuz, kendileri için yapılıp çatılan ahşap merdivenlerden asırlardır defineciler dışında kimsenin uğramadığı, yakın zamanlarda da sadece Belediye yetkililerine, arkeologlara ve kazılarda çalışan işçilere bağrını açan kaleye birer fatih edasıyla çıkmıştı. Bir gün önce yağmur yağdığı için toprak ve otlar ıslaktı ve Aydos Ormanı’na Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairleri büyüleyecek bir sis çökmüştü.
Bir kartal yuvasını andıran Aydos kalesinden o zamana kadar çok az kimse haberdardı; çünkü orman tarafından neredeyse bütünüyle yutulmuştu. Gruptaki bazı tarihçiler tarafından verilen bilgiye göre, Bizans tarafından Türk akınlarına karşı gözetleme amacıyla inşa edilen ve kervanların güvenliği açısından da büyük önem taşıyan bu stratejik kale, şimdi İstanbul’un en yeni yerleşim bölgelerinden biri olan Sultanbeyli’yi zengin bir tarihe bağlıyor.
***
Aydos Ormanı’nda gizlenen kalenin Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde ismi hoş bir aşk hikâyesine de karışan kale olduğu anlaşılınca, Sultanbeyli Belediyesi, imkânları son derece sınırlı olmasına rağmen harekete geçmiş ve hukukî problemleri aşar aşmaz arkeolojik kazılar yaptırarak surları ve burçları ortaya çıkarmıştı. Restorasyon, İstanbul Valiliği’nin katkılarıyla tamamlandı.
İlk ziyaretimde, benim için o zamana kadar sadece Gazi Rahman tarafından fethedilmiş, ismi var cismi yok bir kale olan Aydos’un aşınmış burçlarından hafif sisle örtülü bir orman denizine bakarak buğulu kuruluş devirlerini hayal etmiş ve içimden “Kaleden kaleye şahin uçurdum” türküsünü söylemiştim.
Osmanlı tarihinin kuruluş devri hakikaten kalın bir sis tabakasıyla örtülüdür; bu yüzden menkıbeler ön plana çıkmıştır. Tekfur kızının kaleyi kuşatan Gazi Rahman’a âşık olması gibi...
***
Hikâye Aşıkpaşazade Tarihi’nde anlatılır. Orhan Gazi devrinde, Akçakoca ve Konuralp tarafından Kocaeli civarında yapılan fetihler sırasında Aydos ısrarla direnmektedir. Tekfur’un güzel kızı bir gece rüyasında Hz. Muhammed’i görür. Kendisi bir çukurdadır. Derken yakışıklı ve güzel yüzlü bir adam gelip onu çukurdan kurtarır, soyar ve yıkadıktan sonra ipek bir elbise giydirir. Heyecan içinde uyanan ve o günden sonra rüyasında gördüğü yakışıklı yiğidin hayali gözünden gitmeyen Tekfur kızı, bir süre sonra hücuma geçen Osmanlı askerleriyle savaşmak için hazırlanırken bu askerlerin kumandanı Gazi Rahman’ın rüyasındaki yiğit olduğunu fark eder ve hemen evine gidip yazdığı mektubu bir taşa sararak surlardan aşağı atar. Tam Gazi Rahman’ın önüne düşen mektupta, Tekfur kızı, rüyasını anlattıktan sonra güvendiği adamlarını gönderdiği takdirde kaleyi teslim edeceğini de yazmıştır.
Geçen Pazar günü yaptığımız gezi sırasında, kaleye çıkmadan önce verilen yemekte, Osmanlı tarihinin ilk üç yüz yılı hakkında büyük bir uzman olan Prof. Dr. Feridun Emecen, Aydos’un fethini kısaca anlattıktan sonra menkıbeleri gerçekmiş gibi anlatan popüler yazarları da eleştirdi. Hiç şüphesiz haklıydı. Ancak bana da söz verilince Emecen hocanın değinmediği bir hususu dile getirdim. Osmanlı Devleti’nin kuruluş devri büyülü atmosferini biraz da efsanelerden alır; eğer nüfuz edilebilirse efsaneler bazan gerçeğe vesikalardan bile daha sahih aynalar tutabilir.
Aydos efsanesinin sonu mu? Gazi Rahman, Tekfur kızının sarkıttığı ipe tutunarak tırmanır, kaleye girip kapısını açarak gazileri içeri alır ve fetih gerçekleşir.
***
Aşk hikâyesi ne kadar doğrudur, bilemeyiz; ama Aydos’un Gazi Rahman tarafından 1326 yılında fethedildiği ve bu fethin Osmanlılara doğudan İstanbul’un yolunu açtığı bir gerçektir. Kandıra, Samandıra ve Aydos’un fethi, ardından İznik’in kuşatılması, Bizans İmparatoru III. Andronikos’u çok telaşlandırmış ve Osmanlı ilerleyişini durdurmak için büyük bir sefere çıkmaya mecbur etmişti. Ancak bugün Maltepe dediğimiz Palekanon’da büyük bir yenilgiye uğrayan İmparator kendini İstanbul’a zor atmıştır (1329). Böylece Bizans’ın Bitinya bölgesindeki savunma hattı bütünüyle çökecek, daha sonraki fetihlerle bu bölge Üsküdar’a kadar Osmanlı hâkimiyetine geçecektir.
Osmanlılar, bölge bütünüyle fethedildikten sonra stratejik önemi kalmayan Aydos’ta pek az kalmışlardır. Bir süre sonra kendi kaderine terk edildiği anlaşılan bu kaleden ne seyahatnamelerde söz edilir, ne arşiv belgelerinde...
Evet, surlarda etrafı seyrederken bunları konuştuk ve tabii Aydos’un yeniden doğuşunu... Daha doğrusu ikinci fethini...