Dünya sevinçlerin, üzüntülerin, umutların yol işaretleri şeklinde tezahür ettiği bir yer.
Orada şahit olduklarımız satırlara, içimize akar.
Yürüyor, konuşuyor, durup dinleniyoruz. Arıyoruz, buluyoruz, yeniden yollara düşüyoruz.
İnsan da vakit tamamlanana kadar o yolda yürüyecek, her kervanda bir meziyet, her tenhada bir güzellik görecektir.
Kelam taşırız, kendimizden taşırır, bir sırra yaklaşırız. Sesimizin inceliğinde sevgi, gönlümüzün yumuşaklığında Hakk’ın mabedini taşırız.
İpek yüklü kervandan ötedir insanın yükü. Yükümüz öteyi aralar. Kendimizi görür, ötekini kavrarız.
Yolcunun hali nicedir? İnsan idraksiz yürürse zulümdür. İnsan hikmetsiz yürürse zulümdür. İnsan yerinde sayarsa zulümdür. Aşksız, muhabbetsiz yaşarsa zulümdür.
Karıncanın güneşte cılız ayaklarıyla taşıdığı sevgidir. Bülbülün ölesiye öttüğü sevgidir. Dervişin yırtık elbisesi sevgidir.
Bir gönülde terazi varsa o gönülde sevgi barınmaz.
Yolcu, taşıdığın kelam nedir?
Ne ararsan ara, âlemde bulduğun derman değildir.
Bulduğun, verdiğin, geçip gittiğin senin değildir.
Vaktin ve rüzgârın yolumuza ne düşüreceği belli değildir. Bugün güzel söyleyenin yarın ne söyleyeceği belli değildir.
Hakikat ok gibidir, bulur nicesini. Kim örtmüş zerrenin varlığını, kim açığa serebilmiş kâinatın büyüklüğünü. Lakin yola çıkan kavrarmış nicesini. Yola çıkan hoş ayrılırmış dünyadan.
Yolsuz, dostsuz, sevgisiz ayrılanın gönlüne ışık, gönlüne hayret, gönlüne tenhalar düşmemiştir.
Yaşamak; yeşertmek, sır olup gitmektir.
Sırrını can gibi taşıyanlara bir ince selam.