Yamalı giysiler aklıma düştü… Dizlerimizde, kollarımızda küçük küçük yamalar olurdu. Bazen yamalar elbisenin hacmine bile yaklaşırdı.
Ne çabuk unuttuk “yamalı hayat”larımızı.
Şimdilerde hiçbir şeyin eskimesine fırsat vermiyoruz. Eskidiği anda onunla olan irtibatımızı kesip atıyoruz. Hemen çöp kutusuna gönderiyoruz o şeyle birlikte bütün yaşanmışlıklarımızı.
Yamalı kıyafetlerimiz “yamalı hayat”larımızın bir göstergesiydi. Biraz ondan biraz bundan bir hayatın simgesi. Biraz zengin biraz fakir. Biraz apartman biraz gecekondu. Biraz şehir biraz köy. “Cuma”yı aksatmayacak kadar hassas ama düğünlerde eş dostu kırmamak adına bir duble alacak kadar hatırşinas adamların dünyası yamalı dönemler…
Herkesle barışık, herkesle muhabbet eden adamın kültürüdür “yama kültürü.” Herkesle ilintilidir “yama adamı.” Cami cemaatiyle de muhabbeti iyidir, kahve delikanlılarıyla da.
Onun modern zamanların dayatmalarına karşı çok güçlü bir savunusu vardır; yamalı olmaktan hiç mi hiç utanmaz. Çalıntı ya da başkalarının üzerinden haksız kazanılmış kazançla alınmış malı giymektense yamalı eşya giymeyi tercih eder. Bozulan eşyalarını tamir ettirir. Yaşanmışlıkları onararak daha da ötelere taşımayı bilir…
Artık “yamalı adam”lara rastlanmıyor. Yeni olsun istiyoruz her şeyimiz; üzerinde yaşanmışlıkların izi olmasın. İçimizi dağlayan acıları hatırlatmayacak kadar kısa sürede bitsin istiyoruz her şey.
Keskin ideolojik katmanlarla kendimizi kapatarak en yakın akrabalık ilişkilerimize bile halel getiren bir dünyanın kurulmasına el birliğiyle yardımcı olduk.
Derinleşen sosyal sınıf farklılıklarıyla, siyasal ideolojik körlüklerle kadim geleneğin izlerini bir bir yıktık…
Yamalı adamlara çok mu çok ihtiyacımız var.