İçimdeki sesleri bastırmak, biraz kendimden, biraz şikâyetlerimden, biraz ayak bağı olan alışkanlıklarımdan kaçmak için kendimi yola bıraktım. Bıraktım çünkü yürümedikçe, bir seher vakti içini titretmedikçe, nefes almayı özlemedikçe az az kayboluyor insan. Yağmur yağmaya başlayıp damlalar avuçlarımdan süzülünce içim yıkanıyor, yağmurun güzelliğine bırakıyorum kendimi.
Despot bir dünyanın çocukları olduk. Şefkatsiz bir dünyanın çocukları...
Şefkate, asalete, yağmura ihtiyacımız var.
“Yağmur yağıyor, ıslanıyor etraf / ağlasak kimse anlamaz değil mi?”
Yağmur yağıyor ve yetişmem gerek nasibime.
Ben seni kaç istasyonda kaybettim. Ben seni kaç dervişe danıştım. Kaç dergâha girdim unutmak için varlığını. Sonunda varlığımı unuttum. Unutunca hatırladım seni, unutunca anladım seni. Eriştim sesi kısık bir hududa. İlkin senin yokluğun sandım, sonra yandım. Yalvardım, küle döndüm. Çöle düştüm, savruldum. Sevdim. Gerçekten seven, neyi kaybeder ki!
Yolcu olmak öyledir, asaletin peşine düşersin. Leyla olur hakikat, gönlünü çalar; garip olur vicdanını yoklar; söz olur kurulur aklın tahtına. Yitirir bulursun onu; ateşe atar seni, çıkmak için yanman gerekir. Suya düşürür hakikat, çıkmak için durulman gerekir. Âşık eder bulmak için unutman gerekir. Yola düşürür, ayaklarına acı getirir, yürümek için sürünmen gerekir.
İçine düşmediğin derdin hamalı olmak dile kolaydır. Beni affet sevdiğim, beni affet hakikatim, beni affet yolum, sonum, dünüm, ölümüm... Bu hayatta çok şeyin, belki de her şeyin, peşinden koşmuşum. Çok kez düşmüşüm. Bir kez görmemişim burnumda sızlayan hasretini, bir kez idrakin lezzetini ve bir kez seni!..
Seni görememek değil mi kör olmak? Seni bilmemek değil mi hakikati örtmek?
Kalakalmak yazgının ortasında, yalınayak, bir başına ve kimsesiz... Şimdi tüm yaralar müstahaktır bana; yalnızlık, yorgunluk, susuzluk... Ama sen yine de yağmurlu havalarda yokla beni!