“ben güzel olacağım
taşıyacağım hep
akan suların güzelliğini”
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Çocuk güzeldir. Bir gizem saklıdır onda. Öyle ki; çocukluktan sonraki bütün yaşam, bu gizemin iplik iplik çözülüşüdür. Ölümse o yumağın sonu. Çocuğa ‘yumurcak’ denmesi, henüz çözülmeye başlamamış bir yumak olmasındandır.
Uzun cümlelerle anlatılamaz o. Kendisi de uzun cümleler kurmaz. Başlı başına bir düğümdür çocuk. İnsanın özü, çocuğun nesneye bakışındaki saflıkta gizlidir.
Çocuk şiire benzer, imgelerle yüklüdür. Büyümek, ah o büyümek! İmge aynasını bulandıran soluk... İnsan yaş aldıkça, o aynaya hohladıkça kapanır görüşü. Büyümek, büyüleniştir diğer yandan. Çünkü ‘ben’in oluşması büyüler insanı. Bu yüzden gençlik, bir bakıma büyülenme takvimidir. Bu takvimin son yaprağı, büyümenin sınırı ise ölüm...
İnsan dünyada giyiniktir. Kundakla gelir, kefenle gider. Çıplaklık, dünyadan bir soyutlanmadır. Onda, dünyaya ait olmayan bir mahremiyet vardır. Anne karnındaki, varlığın en doğal halindeki mahremiyet.
Çocukluğa adanan her şeyde, yetişkinler için anlaşılması güç bir büyüklük, bir enginlik vardır. Çocukluk bir ufuksa, gerçekle tanışma -çocukluktan kurtulma- bu ufka çöken karabuluttur. Ve çocuk aydınlığı sever. Geceden korkar. Çocuklukta görülen rüyalarda hep aydınlık ufuklar vardır. Orada kendini görür o. Anlamadan sever ufukları.
Anlamak, çocukluktan kurtuluştur. ‘Kurtuluş,’ büyük bunalımları, şiddetli krizleri barındırır içinde.
Gençlik; çiğliktir, melezdir, yeşildir. Olgunluksa sarı…
Sonbahar olgunluktur; kış, ölüm. İlkbahar diriliş, yaz; gençlik. Gençlik yaz sıcağına benzer çünkü, ateşlidir. O ateşi ancak sonbahar yağmurları söndürür. Olgunluğun bereketli yağmurları.
Unutmadan; çocuk, uyku ve unutuştur biraz da. Uyku dünyayı unutmaksa, uyanmak yeniden anımsamaktır.
Unutanlara sevgi, uyananlara çikolata.
Mutlu pazarlar.