Bir kaç haftadır kimlik meselesi üzerine yazıyorum. “Üç meseleyle devam edeceğim nasipse” diye tamamlamıştım son yazımı da. Dil, ırk ve Türkçeyle.
Neden kimlik Müslümanların yaşadığı her yerde bir mesele? Neden Müslümanlar kuşkulu, endişeli ve zihni bir karmaşanın içindeler?
En başından beri her yenilginin ardından yeniden canlandırılan ve her defasında daha da büyütülen kimlik meselemiz zaman içinde birçok farklı veçhesiyle; bugün ise etnik, yerel taleplerle gündemimizde yer almaya devam ediyor.
***
Üç mesele: dil, ırk ve Türkçe.
Diller, Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği üzere Allah’ın ayetlerindendir. Evet, tıpkı tüm bir ‘varlığın’ Allah’ın ayetlerinden olması gibi. İnsandan sadır olanın, canlı ve cansız tüm bir alemde sadır olması gibi...
Dillerin kaderi insanın kaderinde saklıdır. İnsanın hikâyesi, dilde ses bulur kendisine. Diller de insanlar gibi özgür ya da tutsaktırlar. Müslümanlar hem bedenen hem de dilleriyle özgür olmalıdırlar. İnsanlar arasında ilimle, takva ile belirlenen hiyerarşik ‘imkân’, dillere de sağlanmalıdır.
Ancak memleketimizde bu ayetin bize açtığı alan ucu açık, millet varlığımızı olumsuz etkileyen yaklaşımlarla yorumlanmaktadır. Bu meseleler üzerinden Müslüman hassasiyetlere dikkat çekilerek
Türkiye’nin varlık gerekçesi, tarihi, hakikati manipüle edilmektedir.
***
Türkiye özelinde ‘dil’ ve ‘ırk’ meseleleri hakkında şunlar söylenebilir:
Dil meselesi felsefede ciddi ve aktüel bir çalışma alanıdır ve bu alanda çok sayıda da eser verilmiştir. Felsefede dil Batılıların kimlik tartışmalarıyla birlikte yeniden canlılık kazanmış bir alandır. Tüm Batı felsefe tarihinin seyri, Batılıların nasıl bir hayatı tasavvur ettikleri, nasıl bir hayatı yaşadıkları ile koşuttur, birebirdir. Dil ile ilgili tartışmalar da bu taleplerin niteliği ölçüsündedir ve oldukça zengindir.
İslam felsefesinde de dil, Arap fetihlerinin canlı olduğu zamanlardan itibaren çok yüksek seviyede tartışılan bir alandır. Farabi gibi büyük filozoflarla yürütülen tartışmalar bile bu alana büyük bir külliyat kazandırmıştır. Ancak İslam felsefesindeki dil tartışmalarında en dikkat çekici husus, dilin filolojik, antropolojik ehemmiyetinden ziyade, Kur’an-ı Kerim’i anlamadaki işlevinin öne çıkarılmış olmasıdır. Dil, İslam felsefesinde başka toplumlarla irtibatta Kur’an-ı Kerim’in doğru aktarımı söz konusu edildiğinden konuşulmaktadır. Bir ihtiyaçtan hareketle, işlevi dolayısıyla ele alınmaktadır.
***
Müslüman düşüncede diller -diğer her şey gibi- varlığın manasını desteklediği, varlığın manasına kavrayış genişliği temin ettiği oranda değer kazanır. Mana ise sahip olunan bir şey değil, kazanılan bir değerdir.
***
Türkiye’de dil üzerinden yürütülen tartışmalar ise bu felsefi tartışmalardan hem nitelik hem de niyet olarak çok uzaktadır. Mesele, doğrudan Batı ile irtibatlandırılmakta, dil, dikkate alınan tek merkez olan Batı’daki dil tartışmalarının sonuçlarından da ayrıştırılarak konuşulmaktadır. Batı dünyasına mahsus kazanımlar, hesapsızca Türkiye’ye taşınmaktadır. Halihazırda yürütülen tartışmalarda ise yalnızca milletimizin Müslüman hassasiyetleri dikkate alınmakta, bu hassasiyetleri manipüle edebilecek, etkileyebilecek olanlar öne çıkarılmaktadır.
Bu, meselenin Türkiye’deki dil tartışmalarının seviyesi ile ilgili veçhesidir.
Devam edeceğim nasipse.
Bayramınızı tebrik ederim. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden...