Ey gelinlik çağına ermiş genç kızların titrek yürekli babaları, belki bir Avşar barağını değilse bile sıradan bir Anadolu türküsünü kaş göz yarmadan okuyabildiğinden emin olmadığınız hiçbir delikanlıya yavrunuzu emanet etmeyiniz.
Ve ey alenen pilava kaşık saplayacak kertede gemi azıya almış koçak erlerin bahtiyar babaları, evladınıza layık görüp gelin diye getirdiğiniz hanımefendinin, belki bir Yozgat sürmelisi değilse bile sıradan bir kına havasını kaş göz yarmadan okuyabildiğine kâni olmadığınız hiçbir güzele koç yiğidinizi kurban etmeyiniz!”
***
Dönüp dönüp bu toprakların ruhuna bakıyoruz; gönlümüze yaslanarak türkülere dönüyoruz.
Doğduğumuzda annemizin sesiyle tanışırız. O sestir bizi hayata ilk irtibatlayan. Sesle büyürüz aslında, sesle birlikte büyürüz. Önce annemizin sesine, sonra bizi doğuran toprağın sesine aşina oluruz. Tüm her şeye bağlılığımızı sağlayan, kavileştiren ve pekiştirendir o ses.
İnsan bir sesle büyür; ağıtla, çığlıkla, türküyle… Kulağı ve kalbi bu seslerle dolar. Bir sesle insan birden annesine gider, çocukluğuna, özlemlerine, ‘ilk göz ağrım’ dediği aşkına gider, ilk sevdasına… Hep ilklere gider. Bir hatırayı canlandırır gönlünde, sonra da derin bir ‘ah’ çeker…
***
Bu kadar şeyi sözü şair Mehmet Ragıp Karcı’nın “Türkü Dinleme Temrinleri”ne getirmek için söyledim. Karcı’nın ‘türkülerimiz kadar demlenmiş’ kitabını yayımladı Hece Yayınları.
Kitabın ortasından:
“Türkü bir yerlerde kapanmış bir yarayı deşmiyor, bir gönülde yeni bir yara açmıyor ve en önemlisi bir yaraya merhem olmuyor ve daha önemlisi İsmail’in kurduğu gibi sırtlanıp Boztepe’ye çıkmayı hayal ettirmiyorsa neye yarar?”
Karcı üstadımız başka ne mi söylüyor? Ya ben öleyim mi söylemeyince diyor. Sevda değil bir alamet diyor. Türkülerle gönlü ve gönlümüzü konuşturuyor.
Türkü yakılır, yakıldığı için de yakmak için yürek arar. İşte Mehmet Ragıp Karcı da “Bu yürek bir pervânenin kanadı, bir âşığın sevgilisinin saçlarına takılı kalmış gönlü, bir yerlerde sürüp giden bir yara olabilir” diyor. Okuyucunun elinden tutmuyor, gönlünden tutuyor, öyle götürüyor.
Temrinler, koparmamamız gereken kutsal bir bağı bize tekrar hatırlatıyor, onunla yeniden irtibat kurmamızı sağlıyor.
***
Türküler büyük bir geleneğin nesilden nesle aktarıldığı uzun ince bir yoldur. Türkülerimiz kerim bir tarihten günümüze uzanan hüzün haberleridir. Bizim türkülerimiz çokluğumuza, tekliğimize; hüzne, melale, çünkü. Çünkü onlar kaybolunca aşk da kaybolur.
Türkü sadece müzik eşliğinde ifade edilen bir eğlence aracı değildir. Eğlence aracı olmadığı için de tarihle, zamanla ve kaderle görülmesi gereken bir hususi hesap taşır. Bu bakımdan her türkü başlı başına bir savaş ilanı, bir barış anlaşması ve dünyadan ahrete havalandırılan bir duadır.
Daha ötesi, “Türkü Dinleme Temrinleri”nde. Onun da ötesi, Erciyes diyarı Gesi bağlarında.
Gesi bağlarında üç top gülüm var
Hey Allah’tan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm varsa bu dünyada zulüm var
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime
Bu türkünün yakıldığı yerdir Türkiye ve sevgisi imandandır.