Türkiye sevgisi imandandır dedim geçen gün bir yerde. Buna şiddetle karşı çıkan ‘arkadaşlarım’ oldu.
Evet, aşk ile bir kez daha söylüyorum buradan, Türkiye sevgisi imandandır.
Şöyle izah edeyim:
Bizim hakikatimiz annemizin duasındadır, bize bu ülkeyi anlatan, bize ölümü unutturmayan Gesi Bağları türküsündedir. Ancak annemizin duasından ve Gesi Bağları’ndan hareket etmeyi başarabilirsek yaklaşırız kendi hakikatimize. Bir duayla, bir türküyle sahici bir irtibat kurduğumuz an tüm insanlığa dokunmuş oluruz. Süleymaniye’ye dokunabilirsek kendimize dokunmuş oluruz esasen. Hakikat ile aramızdaki perdeleri ancak o taşlar kaldırabilir.
Türkülerimiz, Türkçemiz, Türkiye’miz...
Bunlar, bu topraklarda kendimize mahsus tarihimizin, tevekkülün, düşüncenin, tasavvurun, inancın, sanatın, hayatın nimetleridir.
Peki, Türkiye’siz bir hayat tasavvuru mümkün mü? Asla!
Çünkü insan bir şeye ‘bir yerden’ bakar. Her yerden bir bakış hiçbir şeyi görmez. ‘Bir yer’ lazım bize, ayaklarımızı basabileceğimiz bir zemin. Bize temiz bir toprak gerekli. Bizim için Türkiye, ayaklarımızı basabileceğimiz tertemiz ‘bir yer.’ Biz insanlığa dokunabilmek için bir yerdeyiz, Türkiye’deyiz. Bizim hafızamız bu toprakların hafızası aynı zamanda. Büyüklerimizin hafızası. Bu topraklarda öğrendik nereden başlayacağımızı, nereye gideceğimizi.
Sahih olanla irtibat kurmanın yolu Türkiye’yi sevmekten geçer.
İman, kalbe düşen bir hassasiyettir. İmanımız, kalbimizin derinliklerine kök saldığı gibi sılamızın, tüm yeryüzünün derinliklerine de kök salmalıdır.
Türkiye derken annemin gözyaşlarını, “ahiretin tarlası olan dünyayı” (ülkemizi) ve “Gesi Bağları”nı kastediyorum.
O muhteşem türküye dudak büküyor insanlar. “Kimseler yanmasın, anam yansın derdime” sözü heyecanlandırmıyor onları.
Annelerinin karşısına geçip uzun uzun gözlerinin içine bakmıyorlar. Anneleriyle dedikodu yapmıyorlar mesela. Birlikte muhabbete düşmüyorlar.
Annelerle, babalarla yeni ilişki formları evrensellik adına dayatılıyor bize.
Şehirlerimiz evrensellik provalarının sahnelendiği yerler artık. Dualarında cennet saklı olan annelerimiz evrensel endişelerle incitiliyor. Evrensellik adına türkülerimizdeki duaların ikliminde aldığımız hava kirletiliyor. Ama biz dudak büküyoruz “Gesi Bağları”na.
Türkiye derken, hayat görmüş ak saçlı bir nineyi, ak sakalı ve nasihat dolu bakışlarıyla bir dedeyi, uğruna her şeyden feragat edilecek sevgiliyi, serin gölgeyi, gürül gürül suyu, kalp desenli taşları kastediyorum.
Türkiye derken bir de, Erciyes’in güzeli, “õyle âşık ol ki, âşıklar sana âşık olsun.” diyen Cemil Baba’yı, Emir Sultan’ı, Abdullatif Kutsi’yi, Ulu Camîi yani Bursa’yı kastediyorum.
Hani Bursa’da bir türbe vardır, çinilerinin bir kısmı bir zamanlar söküldü de sonra, yerleri çimentoyla sıvandı. Bu durum da içlerini sızlatmıyor insanların. Varsa yoksa evrensel dünya vatandaşlığı. Varsa yoksa politik orta oyunlar.
Yeryüzü coğrafyasında başka insanlık durumları da yaşanıyor. Onları da anlayıp seviyoruz elbette. Yeryüzünün dört bir yanında yaşanan insanlık durumlarına sonuna kadar bağrımızı açıyoruz, açacağız. Yeryüzü bize mescit kılındı ama Türkiye’nin bu mescidin en önemli cüzü olduğunu unutmayacağız.
Türkiye sılamızdır, vatanımızdır. Kudüs gözbebeğimizdir. Kudüs’ü seven adam güzeldir. Ama Türkiye’yi sevmeden Filistin’i tam olarak sevebilmek mümkün değildir.
“Git Vatan Kâbe’de siyaha bürün!” diyerek bu toprakların anlamına işaret eden Namık Kemal’i anlamazsan Medine’yi, Mekke’yi bile sevemezsin.
Bilmeden sevilemez. Çünkü ancak hakkıyla bilenler sever.
Bu toprakların türkülerini, edebiyatını, düşüncesini severek yol alacağız. Çıkış yolumuz burada, aşkımız burada.