Derin analizler yapacak değilim. Uluslararası ilişkiler uzmanı değilim. Bu toprakların türküsünü söylemeye çalışan bir adamım. Bu topraklarda yaşayan insanların ortak bir kaderi paylaştıklarına, mazlumların dayanışmasına inanırım.
Topraklarımızda kaynakların çok sağlam ve yerinde kullanılmadığını görüyorum. Başımı hafifçe soldan sağa doğru çevirdiğim vakit de bombalar görüyorum kendi topraklarımızda.
İçim acıyor.
Onursuz bir hayat yaşamak istemiyorum.
Bu toprakların çocukları alnı açık, başı dik yaşamalı. Derdim davam bu.
***
Bombalar yağdırıyorlar üstümüze.
İdlip’e, Halep’e, Kerkük’e, bombalar yağıyor.
Halep’in, Kerkük’ün kaderi Ankara’nın kaderinden ayrı değil.
Bugün Batı uygarlığının buradaki emellerini gerçekleştirebilecek dünya kadar yolu var. Bizi siyasi olarak köşeye sıkıştırabilir, borçlandırabilir, dolandırabilir... Nükleer bombaya en son sıra gelir. Nükleer bombaya sıra gelmişse sadece insan ölsün istemiyor, taşlar da ölsün diyor.
Medeniyetimize savaş açılmış.
Peki, haçlı seferleri bizi titretip kendimize getirebilir mi?
***
Isfahan içinden bir nehir akıyor, ancak bu güzel nehir denize kavuşmuyor, çölün ortasında kayboluyor. Biz de tarihin ortasında, Batı medeniyetinin ortasında, Batı’nın kıyılarında bir yerde kayboluyoruz, çölde kayboluyoruz. Önümüzdeki otuz kırk yıllık zaman içerisinde bu toprakların çocukları olarak çok önemli bir sorumluluğumuz var: Batı, ilkesiz ayak oyunlarıyla bizi sürekli tahrik ediyor, zihinlerimizi bulandırıyor, birbirimizle konuşturmuyor, iç savaşlara sürüklüyor. Silkinmeli, ön yargılarımızdan arınmalı, özgürlüğü, kültürü, sanayii kendi aramızda yeniden tartışmalıyız. Gençliğimizin Batı uygarlığının teknolojisinin kurbanı olmaması, kültürünün içinde kaybolmaması için el ele verip kendi kurumlarımızı kurmalı, tarihimizi yeniden üretmeliyiz.
Suçu günahı dışarıda aramıyorum. Kendimize gelebilmenin çarelerini konuşmaya çalışıyorum.
Titreyip kendimize dönebilecek miyiz?
***
Bizim imanımız mayamıza işlemiş, Orta Asya bozkırından getirdiğimiz mayayı Anadolu’ya çaldık. Türkistan’dan, Horasan’dan gelen erenler ve dervişler yoluyla da bu toprağı vatan yaptık.
Türkiye’nin gücünü duyabilecek miyiz?
Tarihin gücünü duyabilecek miyiz?
Türkiye derken, coğrafi bir terimi kastetmiyoruz. Türkiye bir karşı duruşu, madde ile mananın çarpışma zeminini ve sonuçta mana medeniyetinin zaferinin tarihi ağırlığını ifade eder. Türkiye, Türk milletinin ‘buradaki’ oluşumunu, kültürünü, bu toprakların kültür ve muhtevasını ifade eder. Tüm bu tarihi-kültürel oluşumun, şuurun, sevginin ifadesidir. Bunların hepsini birden ifade eden bütünün adıdır Türkiye.
Türkiye, sınır değil kalkış noktasıdır. Pergelin sabit ayağıdır. Diğer ayağı dilimiz ve mezar taşımızın olduğu coğrafyalardır.
Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi temsil ettiği ve edeceği tüm değerlerle ve bu değerler coğrafyasıyla yeni bir medeniyet başarısına ulaşması mümkündür. Ve bu kaçınılmazdır. Tarihimizde bu ‘birlik’, yaşanılan bir gerçeklik olarak bu coğrafyada merkezi bir role sahipti. Tarih bize, o geçmiş ile buluşmanın bu coğrafyada mümkün olacağını söylüyor. Dolayısıyla bizim ‘birlik’ idealimizin zeminini, Türkiye’den yeşeren ve ‘iman hareketi’nden beslenen büyük çıkış oluşturacaktır.
Meselemiz Türkiye meselesinin sağlamlık kazanmasıdır. Türkiye bizim birliğimizin, varlığımızın her bakımdan temelini oluşturan bir vakıa. Türkiye çınarını yeniden yeşertmekle sorumluyuz biz. Bir de tarihin gücünü duymak diye bir şey var. O gücü duymak zorundayız. Bu anlayışta çıkış noktası zorunlu olarak Anadolu’dur.
***
Türk, dünyayı kötüler yönetmesin diyen insanların adıdır. Bunu bir yere kadar başardı, sonra takati yetmedi.
Şimdi soru şu: Titreyip kendine gelebilecek mi bu ülkenin çocukları?
Onuruna sahip çıkabilecek mi?
Kapitalizmin dilenci haline getirdiği medeniyetimizin varisleri, Türkiye ile yeniden insanlığa hizmetkar olabilecek mi?