Toprakların da bir hafızası vardır.
Topraklar da üzerinde yaşanan tarih gibi yorgun düşer; üzerinde canlı olarak yaşanan zamanın ruhundan beslenir.
Topraklar da bize ayna olan bir karaktere sahiptir. Topraklar da bizim duygularımızın aktığı kanaldan beslenir, düşüncelerimizin ateşiyle ısınır...
***
Bizim hafızamız, toprakların da hafızasıdır. Toprakların “yazılmış hikâyesi” bizim hikâyemizde mündemiçtir, “yazılmamış hikâyesi” ise kaderimizde saklıdır. Tarih toprakta akar, tarih toprağa akar...
Gelenek toprağa sığınır, toprakta yükselir ve belki toprakta yok olur. Gelenek toprakta kök salar tarihe. Toprakla derinleşir ve büyür. Kayda düşülen yerin adı topraktır.
Topraktır, insanın ihtiyarlığı gibi bakıp kendi geçmişini görebildiği. Topraktır sesine en derinden güvenebileceği. Topraktır dünü, bugünü ve geleceği...
***
Kutsalda, toprakta tasavvurumuzun kodları saklıdır. Mekke’nin, Medine’nin, Buhara’nın varlığıyla ontolojik bir rabıtamız vardır. Varlıkları istikametimizin işaret levhalarıdır.
Kutsallar ile seçilir gidilecek istikamet. Kutsallar ile tespit edilir bulunduğumuz zaman ve yer.
Türkiye’dir, topraklarının hafızası tıpkı kutsal topraklar gibi ak pak olan. Türkiye’dir Rum elinin bir vakitler Müslüman kılındığı, vatan kılındığı yer.
Türkiye’dir, topraklarında damıtılmış bir yaşamın inşa edildiği yer. Türkiye’dir medeniyetleri kuşatan ufuk. Türkiye’dir tarihin geri döneceği ev.
Evlerine bile avlulardan geçilerek girilir, katmanlıdır bu toprağın anlamı. Edebiyatına dualar okunmuştur, çok derindir suları…
Topraklar ayrı düşer, yenik düşer, gurbet olur; topraklar yakın gelir, tarihe direnir, umut olur. Topraklar birbirine eklemlenir, birbirinden ayrılır, birbirine katışır.
***
Müziğin sesi toprağın da sesidir. Toprakla doğar, topraktan doğar, topraktan uzanır başkalarının topraklarına.
Müzik tarihin bir uğrağında, hayatın akışıyla bulur melodisini. Ama müzik yine de yalnızca bildiği toprağa açar sesini.
Bundan dolayıdır ki Balkanların neşeli sesini Balkanlarda, Arap’ın hüzünlü sesini Arap topraklarında, Farslının derin reflekslerini Fars topraklarında, Amerika’nın eklektik sesini Amerikan topraklarında, Avrupa’nın klasik sesini orta Avrupa’da, Afrika’nın kadim ritmini Afrika’da ve Türk’ün tevekküllü sesini Türk topraklarında buluruz.
Düşüncenin, sanatın doğduğu yerler de insanın doğduğu yer olan topraktır. Topraktır düşüncelere kendi rengini veren şey. Topraktır düşünceyi kendine ait kılan ve aslında bundan dolayı da cihanşümul kılan şey.
Medeniyetlere ışık tutan, uygarlıkları inşa eden, hayatlara form veren düşünceler bir yerden, bir topraktan beslenir. Medeniyetler bir topraktan yükselir ve genişler. Hayatlar bir toprakta bulur son formunu ve orada yaşarlar.
Ve şehirlerdir medeniyetlerin merkezinde olan. Şehirlerdir medeniyetlere ses olan ki bir yere, bir toprağa raptetmiştirler kendilerini.
Şehirlerdir asırların davalarının görüldüğü; kaybedilenin ise saklı tutulduğu yer.
Sanattır toprak kadar yerli olan ve yerli olduğu kadar da evrensel olan. Sanattır toprağın verdiğiyle rengini bulan.
Sanattır duyguları yaklaştıran, öfkeleri kabartan, anlamı dolduran, günleri aydınlatan, geceleri efsunlayan, yargıları yıkan, tarihi saran...
Sanattır toprakla toprağı anlamlı kılan. Ve aslında sanattır toprağa en çok muhtaç olup da, topraktan en uzak sanılan...
Topraklar bizden hatıraları, yaşantıları muhafaza ederler. Toprakların hafızasının kaydını yine de topraklar saklı tutarlar.
***
Bugün silinmiş görünenin, üzeri küllenmiş gibi görünenin endişesi bir yanıyla dramatik ve ağır gelen bir gerçektir kuşkusuz ancak yine de çok acıtmasın kalbinizi. Çünkü bir gün insanlar “modern” uykusundan uyanmak istediklerinde dönüp bakmak zorunda kalacakları ve yeniden parlatmak isteyecekleri ilk şey sahip oldukları topraklarının tarihi anlamı olacaktır.