Türkiye bir toplantı cumhuriyeti ve hayat piknik değil. Öyle olsaydı çayı termostan içerdik. Son bir haftada şahit olduklarımı gözümün önüne getirince bunu iyice anladım. Devlet toplanır, millet toplanır, olmadı apartman toplanır.
***
Hutbemizin konusu, çatımızın borusu. Çatı deyip geçmeyin. Çatı bir kültür. Hayatımda ilk kez duyduğum kelimeleri sıralıyorum: Membran, çelik hadde, arduvaz, tek kat panel, makas kirişi, dörtlük çatı tahtası, dik inişli süzgeç, metal şingıl… Bu kelimelerin normal insan hayatında bayağı bir anlamı varmış, leyla leyla yaşayan benim gibi tipler yeni duyuyor tabii.
Neyse… Toplantımızın konusu çatı, daha doğrusu çatı tadilatını yarım bırakıp kaçan işçiler. Karşı komşumuzun evindeyiz. Kimler mi var? Nihayet ulaşabildiğimiz yönetici, mevzu hakkında derinlemesine bilgi sahibi olan endüstri mühendisi İrem Hanım ve sevgili eşi inşaat yüksek mühendisi Haluk Bey, diğer komşumuz büfeci Rasim Bey, bir diğer komşumuz banka müdürü Emre Bey ve esasen mevzunun tamamen dışında yer alan ama çatısı akan Karar yazarı bir apartman sakini olarak bendeniz Bekir Fuat.
***
Mikrofonu ilk ele geçiren sayın yönetici. “Yıl 2004” diye lafa girdi. Sonra “2004”, sonra “2017” dedi. “Bu ne demek” deyip çatı ile ilgili tespitlerini peş peşe sıraladı: “Şimdiye kadar yapıldığını zannettiğiniz çatı toplantıları boşuna yapıldı. Üç beş kiremit değiştirmekle bu iş hallolmaz beyler. Biz bu işi biliyoruz. Ne söylediysek onun arkasındayız. İşçiler yarın geliyor. Kimse bana hesap sorar gibi laf edemez, laf sokar gibi laf edemez!”
Yönetici kendini kaptırmış vaziyette anlatırken bunları ondan daha heyecanlı olan ve günlerdir yöneticinin yakasına yapışmak için bu anı bekleyen Haluk Bey kimsenin beklemeyeceği bir şekilde yumruğunu sallayıverdi yöneticiye. Yumruklar yöneticinin omzuna gidip gelirken o avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Yarım kalan çatının hesabını ver! Bize maval okuma. Hangi işçi ne zaman gelecek, ortada bir cenaze var, bunu kim kaldıracak? Yağmurlar başladığında senin evin mi akacak? Biz bu parayı peşin peşin verdik mi kardeşim, verdik. Şimdi sen bizi aptal mı sanıyorsun!”
Yönetici aldığı darbelerin şokunu yaşıyordu. Başka ne yaşayabilirdi ki. Hepimiz şok yaşıyorduk, hepimiz şaşkındık. Biz ne yapacağımızı bilemez vaziyetteyken İrem Hanım elinde kahve tepsisiyle beliriverdi: “Herkes nasıl içer diye soramadım ama kahveleriniz orta şekerli. Yöneticimizden başlayalım önce, buyurun…” Şoku üzerimden atmam mümkün değildi. Darbeler sanki bana gelmiş gibiydi, kahvelerden sonra. Şaka gibi.
***
Yöneticinin hamlesini bekliyordum ben artık. Adam ilk iş olarak yerini değiştirip başka bir koltuğa geçerek Haluk Bey’den uzaklaştı. Sonra hiç vakit kaybetmeden yarım kalan cümlesini tamamladı: “Biz başladığımız işi bitiririz, kimseye hesap verecek durumda değilim, ayrıca bu işin tek sorumlusu ben değilim, bu yumrukların altında kalmam arkadaş!”
Tam o esnada bizim yönetici elindeki kahve fincanını Haluk Bey’e doğru son sürat fırlattı. Kahve fincanı tam isabet alnının ortasında patladı. Meğer adam ince ince hesaplar yaparak Haluk Bey’in alnına nişan alabilmek için yer değiştirmiş.
Allahım tanrım!
O sırada konuşulanlardan hayal meyal hatırladığım -birinin mevzuyla ilgisi yok- üç şey var. Banka müdürünün: “Arkadaşlar sakin olun lütfen, bizim bankadan kredi ayarlar, borçları kapatırız”, büfeci abimizinse: “İrem Hanım, İrem Hanım! Buz torbası, buz torbası” sözleri. Ha, öbürü de şu: “Buyursun çözsün referandum, neyi çözecekse!”
***
Mevzu ile doğrudan alakası var. Adamın biri yolda sakin sakin yürürken arkadan gelen bir otomobil son sürat çarpmış. Otomobilin çarptığı adam üç takla atıp birazcık kendine geldikten sonra ayağa kalkıp başlamış kaçmaya. “Dur! Ne yapıyorsun hemşerim, hastane doktor falan filan” diye bağırıp çağırsalar da arkasından, adam ardına bakmadan “Ben iyiyim, ben iyiyim! Sakın beni şahit yazmayııın” sözleriyle uzaklaşmış olay yerinden.
Sevgili okur, çatının akıbetini merak ediyorsan, hemen söyleyeyim, mevzuya hanımlar el koydu. Allah sonumuzu hayretsin. Son durumu bir ara bildiririm nasıl olsa. Hayat gerçekten piknik değil.