“gözleri yıkamalı, başka türlü bakmalı,
kelimeleri yıkamalı,
kelime kendi olmalı, kelime yağmur olmalı,
şemsiyeleri kapatmalı,
yağmurun altına gitmeli,
düşünceleri, anıları, yağmurun altına götürmeli.
şehrin tüm insanlarıyla yağmurun altına gitmeli,
dostları yağmur altında aramalı,
aşkı yağmur altında bulmalı”
Suyun Ayak Sesi’nden
Şiir, hakikatle bağımızı sağlamlaştıran söz. Kaçıp kaçıp sığındığımız, nefes aldığımız, kendi sözümüze, kendi sesimize, kendi türkümüze, en nihayetinde de kendimize en yakın bulduğumuz ses.
Sohrab Sepehri, o güzel sesin sahiplerinden biri.
“Kaşanlıyım ama / Değil benim şehrim Kaşan / Benim şehrim kayboldu.”
1924 Kaşan doğumlu Sepehri. Ayağını doğduğu yere basıp dünyayı seyreden bir şair. Öyle ki Suyun Ayak Sesi’ne “Kaşanlıyım” diyerek başlıyor ve şiirini annesinin sessiz gecelerine ithaf ediyor.
“Dünya misafirliğine gittim ben.”
***
Sepehri’nin dünyasına girmek için tek bir şiirini -Suyun Ayak Sesi’ni- okumak yetiyor aslında. Çünkü okurunu elinden tutup götürürken yol boyunca hikâyesini anlatıyor şair. Etrafında dönüp durduğu kavramlar var: su, ses, gökyüzü, tabiat, yol, dost, anne, hüzün… Neredeyse göbek bağıyla bağlı olduğumuz, bizi daha güzel insanlar yapacak kavramlar hepsi de. Hakikati ararken rastladığı her şeyin anlamı var onun için. Bilmekten çok yaşamak var, hissetmek var. Çünkü yeşili daha yeşil, suyu daha berrak görüyor: “Yıkamalı gözleri, başka türlü bakmalı.”
“Bir şair gördüm, konuşurken bir zambağa ‘siz’ diyordu.”
İnceliklerimizi kaybetmekten şikâyet ediyoruz ama dönüp bir çiçeğe selâm vermişliğimiz yok. Toprak da çiçek de yerinde duruyor ama görecek gözümüz, söyleyecek sözümüz eksilmiş gibi. Halbuki Yunus’un sarı çiçeğe muhabbetini, Sepehri’nin bir zambağa “siz” diye hitap edişini bu topraklara tohum niyetine eksek incelik yeşerir yeniden içimizde.
“Annem var ağaç yaprağından daha güzel.”
Anne, dünya gurbetindeki vatanımız. Güzelliğini gördükçe,“Bir de Allah’ım var bu yakınlıkta” diyesi geliyor insanın. Bir ağacın kök salışına, vakti gelince yeşermesine, oracıkta durup sessizce dünyayı izlemesine benzemiyor mu anneler? Baba ölünce birden uyanıverir anneler ve hatıralardan kurulu bir ırmağın kıyısında yeniden bir dünya inşa ederler çocuklarına: “Annem aşağıda / Irmak hatırasında yıkıyordu bardakları.”
“Dostlar, akarsudan daha iyi.”
Suyun ayak sesi olur mu diyeceksiniz. Olmaz olur mu? Bizi her daim dosta çağıran sestir suyun sesi. Yüzüne bakınca tertemiz bir ırmakta yıkanmış gibi oluruz; üstelik inanırsak o ırmakta iki kez değil binlerce kez yıkanmak da mümkün olur. “Dostu yağmurda görmeli.” Yağmurun rahmeti, bereketi dostun yüzünden başka nereye yakışacak? Sepehri, şair dostu Furuğ Ferruhzad’ın ölümünün ardından duyduğu acıyla ona ithafen “Dost” isimli bir şiir yazıyor: “Ne güzel anlardı suyun, toprağın dilini / Sesi, gerçekliğin perişan hüznü şeklindeydi.” Ne muazzam bir ağıt!
Yol boyunca arayacağımız şeylerden biri, ölmeden evvel kendimizi temize çekeceğimiz bir dost yüzü. Suyun sesi, bizi ona götürecek yolu gösterir elbet.
***
“Yaşam bir göçmen kuşun gariplik duygusudur.”
Her nerede olursak olalım sade olmak… Acısıyla tatlısıyla hissederek yaşamak için gerekli olan şey sadece bu. Göçmen kuşun sahip olabileceği kadar az şeyle yola düşmek…
Yol bereketiyle sarıp sarmalar. Yolumuz, şiirden uzun. Aklınıza gelecek ilk soru şu olsun: Hikâyemizi anlatacak bir şiirimiz var mı? Yağmura şaşırmayan insanlarız artık. Suyun Ayak Sesi’ni kim duyacak?