Bir duam var: “Türkiye sevgisi imandandır.” Aynı isimle bir kitap yayımlamak da nasip oldu. Bugünlerde “Türkiye mektubu” başlığı altında bir kitap çalışıyorum. Bu mevzu ile ilgili kitaplar okuyor, sohbet ediyorum ağzı dualı arkadaşlarımla.
Allah’ın rızası adına, bu milletin mutluluğu uğruna bir adım atandan Allah razı olsun diye düşünüp durduğum bugünlerde karşıma Süleyman Hilmi Tunahan çıktı. Bilenler biliyor onu zaten. Ben de burada biyografisini verecek değilim. Hayatını okurken sevdim Tunahan’ı. Onun İslam ve ülke sevdasının derinliğini birazcık da olsa anlatmak istedim. Bugünkü Süleymancılar / Süleymancılık tartışmalarından bağımsız olarak söylüyorum bu sözleri de…
Süleyman Hilmi Tunahan vefatından bir yıl önce yeğeni Osman Eslek’e: “Emr-i Hak yaklaşıyor, fakat şu hayatta iki idealim var. Birincisi, bize vatan olan yurt topraklarını yeteri kadar ve gereği gibi işleyip imar etmek, verimli hale getirmek, bütün vatan sathını ağaçlarla süslemek. Ben bekârken her sene bir ağaç dikerdim. Evlenince bir tane de yengen için dikmeye başladım. Şimdi iki kızım var onlar için de dikiyorum. İkinci idealim, bu vatana, millet olarak yetişmekte olan yeni nesli 4 ila 6 yaş devresinde Allah, Peygamber ve vatan sevgisi ile yetiştirmek,” diyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllar…
Yeni devletle birlikte yeni kanunlar da kabul edilir, bunlardan biri de Tevhid-i Tedrisat Kanunudur. Malum, bu Kanuna göre medreseler ve diğer dini eğitim müesseseleri kapatıldı. Din eğitimi de laik Türkiye Cumhuriyeti okullarında verilecekti. Bu yaklaşım, İstanbul Müderrisleri Cemiyetinde hararetli tartışmalara sebep olur. O vakit, bu müderrislerin sayıları 500-520 civarında. Bu kanunla, hepsinin asıl vazifesi olan “müderrislik”lerine son verilecek, kendileri de yeni hükümetin uygun göreceği müftülük, imamlık, vaizlik gibi yeni görevlere tayin edilecekler veya emekli olacaklardır.
Süleyman Hilmi Tunahan bu hadisenin, din ilimlerinin ve Kur’an ilimlerinin kaybolmasına sebep olacağını düşünür, arkadaşlarını ikaz eder ve onlara şöyle seslenir:
“Ey dersiamlar! Sizler bu memlekette, bugün için dinin teminatlarısınız. İkişer üçer kişi okutup, bir iki nesil boyu İslam’ın ömrünü uzatmış olacaksınız. Bunu yapmazsanız huzur-u ilahide mesuliyetten yakanızı kurtaramazsınız.”
Fakat zamanın idaresinin dine bakış açısını bilen müderrisler hiç de istekli görünmezler.
Süleyman Hilmi Tunahan, sonunda arkadaşlarından bazılarını güçlükle ikna ederek Ankara’ya imzalı bir dilekçe gönderir:
“Biz, aşağıda isim ve imzaları bulunan dersiamlar, Hükümetimizin Harb-i Umumi gibi büyük bir felaketten çıkması dolayısıyla, mali müzayaka (sıkıntı) içinde bulunduğunu dikkate alarak, dinî ve İslami ilimleri fahriyyen (maaşsız) okutmaya hazır olduğumuzu bildirir...”
Bu dilekçeye Ankara’dan şöyle bir cevap gelir:
“Memlekette Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüktedir, hilafına hareket şiddetle cezayı müstelzimdir.”
Bunun üzerine dersiamlar: “Artık hocalıkta bize ekmek kalmadı. Bize tevdi edilecek yeni mesleklere gidelim” derler ve çeşitli memuriyetlere tayin edilirler.
O ise İstanbul’a vaiz olarak tayin olunur ve arkadaşlarını ikaz eder:
“Efendiler, hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık Allah’ın, Resulullah’ın, Kitabullah’ın ve Din-i Mübin-i İslam’ın tebliğ memurluğudur.”
İkazlar hiçbir netice vermez ve kendisi bu sahada yalnız kalır. Takatinin yettiği kadar İslami ilimleri okutmaya, memlekete ve milletine hizmet etmeye devam eder.
Başka coğrafyada yaşayan Müslümanların derdine kayıtsız kalmaz.
1956’da Cezayir Müslümanları Fransızlara karşı istiklâl mücadelesi verirken Türkiye hükümeti Fransızları desteklemiş ve Birleşmiş Milletler’deki oylamada Cezayirliler aleyhine oy kullanmıştı. Bu politika İslam dünyasında Türkiye’nin çok büyük itibar kaybına sebep olmuştu.
İşte o yıllarda Süleyman Hilmi Tunahan Cezayirli kardeşlerimizin yanında yer almamız gerektiğini anlatan vaazlarından dolayı gözaltına alınmış ve sorgulanmıştır.
Allah ondan razı olsun.