Bir siyasetçiden değil bir dosttan bahsediyor olmanın heyecanı ile dolup taşar gönül. Hem de öyle bir dost ki yolunuzu Hoca Ahmet Yesevî’nin imanından, Yunus’un gönlünden, Anadolu’nun türküsünden geçirir.
Ansiklopedilerin Muhsin Yazıcıoğlu maddesini yazacaklar, “1954’te Sivas’ın Şarkışla ilçesi Elmalı köyünde doğdu.” diye başlayacaklar söze. Yazıcıoğlu’nun çetin hayat mücadelesi ve kronolojisinden önce, o yıllara ilham veren yıllar boyunca yaşadığı çalkantıları, kaygıları, coşkuları kısa ve yetersiz cümlelerle ifade etmeye çalışacaklar. Bütün bu gayretler, kendi hikâyesini ülkesinin çatlamış topraklar boyunca uzayan derin hikâyesine eklemiş Muhsin Yazıcıoğlu’nu anlatmaya yetmeyecek kuşkusuz. O zaman ansiklopedilerden çıkıp toprağın derinliklerine kök salan bir çiçek gibi, ümmet-i Muhammedin kalbinin derinliklerine yöneleceğiz ve orada arayacağız Yazıcıoğlu’nu. Ülkesinin kaderiyle koyun koyuna yaşayan bir mücadele adamının, kendini eksilterek dünyasını çoğaltma savaşının tanıklığına ancak yarpuz kokusu bırakan kalplerin derinliklerinde, “yalnız ve güzel” ülkemizin yollarında ulaşılabilecek.
Yazıcıoğlu’nun hasbi tutumu; siyasetin ikiyüzlülüğüne ve egemen sivil-askeri güçlerin faşist tahakkümüne kafa tutan hilesiz hurdasız hayatı, yüreksiz hayatlarımızı tehdit edecek, silkeleyecek. Şimdi biliyoruz ki o, bizim söylemeye cesaret edemediğimiz soylu sözleri söylemiş bizim yerimize.
Bu ülkenin “muhteşem bir maziden daha muhteşem bir istikbale” bağlanması için devleti, milletin değerleriyle sorgulayan ve sistemin bu değerler çizgisine gelmesi için var gücüyle çalışan birisi. Sesine sesle, yüreğine yürekle karşılık verilmesi için yıllarca imanla ve sabırla çabalar durur.
Onu tanıyanlar, “Sorumluluk onun için rahmet yüklü bir buluttur.” diyorlar. İnancın, milletin ve büyük bir davanın sorumluluğu bu. Ve yine bilenler biliyor ki insanlarla sıcak ilişkiler kurmaya çok önem veren birisi o. Kalbinin merkezine yerleştirdiği Müslüman sevgisi onu Misâk-ı Millî’nin dışına taşır; yerli duruşu ile temsil ettiği siyasi hareketin ufkunu Türkistan’a, Saraybosna’ya, Kudüs’e kadar genişletir.
Siyaset dünyasının içinde sarsılmaz mizacıyla dağ gibi dimdik durdu. Eteklerinde yaşanmakta olan küçük, kirli siyaset kavgalarına gülüp geçti. İçinin almadıklarını içine sindirmeyi alışkanlık haline getirenlerden değil. Savunduğu görüşleri tavizsiz ama kendine has bir üslup bütünlüğü içinde dile getirdi. Bazen bir kadife yumuşaklığıyla ‘kalp medeniyeti’ dediği bir iklime çağırdı insanları, bazen bir manifesto niteliğindeki söylemiyle kitleleri coşturdu. Kürsüye çıktığı vakit, “dili dolaşmadan, yumruğu çözülmeden” kurduğu cümleler bu ülkeye ve bu ülkenin insanlarına gelecekte bir ‘kalp medeniyeti’nde yaşayacakları hissini verdi, vermeye devam edecek.
“Ben milletime silah doğrultan orduya selam durmam” diyecek kadar onurlu, çektiği çilelerin bedelini yaratanından bekleyecek kadar inançlı.
Herkesin aklında aynı soru: Bunca insanın hayatına nasıl dokunur tek bir insan? İsmini andığımızda, yüzünü gördüğümüzde tebessüm ettiğimiz; bize yaşamın gayesini, ölümün hakikatini haber veren kaç insan kaldı? Dost dediğin ölümüyle bile şifa oluyor geride kalanlara.