Kahramanlarımız kör. Onlar içlerinde büyüyen kıvılcımlarla hayata sarılan, yol boyunca bizi tebessüm ettiren insanlar…
Renkli iç dünyalarını resmetmeye çalışayım birkaç kelam ile…
***
Kör bir dostum var. Bir kız. O anlattı: “Çocuktum, annemle bir misafirliğe gittik. Ev sahibi kadın bize çay getirdi. Sonra da anneme dedi ki, ‘Kızınız çayı kaç şekerli içiyor?’ Çok zoruma gitti biliyor musun... Gözlerim görmüyo olabilir ama kulaklarım işitiyor. Niye bana sormuyorsunuz diyecektim, diyemedim.”
***
Üniversite yılları... Kör bir arkadaşımla aynı evde kalıyorum. Gecenin bir vakti eve gittim, önce antre sonra salona geçip ışığı açtım. Gözüme görünüyorlar sandım önce, bizim eleman sıvışmış bir yere, öylece oturuyor. “Ne yapıyon oluum orda öyle dedim” önce. “Hiç oturuyorum öyle” dedi. “Işığı niye yakmadın” demişim iyi mi... “Abicim sen de bi tuhafsın ne işim olur benim ışıkla” cevabını aldığım geceden bu yana başka bir insanım.
***
Uzun ve tatlı muhabbetimizin bir yerinde 14 yaşındaki kör dostum: “Hüzünlüysek komik şeyler yapmak lazım” demişti.
***
AK Parti’den iki dönem vekillik de yapan Boğaziçili dostum Lokman Ayva seçim çalışmaları için oradan oraya koşturmaktadır. İşte bu turlar sırasında Lokman Ayva’yı bir resim galerisinde görür çocukluk arkadaşı. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:
- Lokmancığım sen kör adamsın, ne işin olur resim sergisinde?
- Ya Ahmet, doğru söylüyosun da siyaset böyle bir şey işte!
***
“Allah bir adamı kör etsin de cimbomlu etmesin” diyen bir kör dostumun dilinden:
“Şimdi iki yerde maç izlemek var; biri deplasman, öbürü Kadıköy. Kadıköy’de maç izlerken kendimi evimde hissediyorum. Bambaşka bir atmosfer, ölüyü bile diriltir. Fenerbahçe’ye az bir sempatisi olan adam orada silme Fenerli olur çıkar. Bir de genelde yanımda radyo götürüyorum. Belli bir noktadan sonra radyonun sesinden kopuyorum. Etrafımdaki seslerle görmeye başlıyorum maçı. Top rakibin ayağındayken ıslıklar, bize geçtiği zaman tezahüratın en doruk noktaya ulaşması… Gol olacağı zaman benim içimde tutuluyor bütün nefesler. Kaçtığı zaman da benim içimde inliyor stat. Golü kimin attığı zaten duyuruluyor. Sadece kaçtığı zaman kimin kaçırdığını soruyorum. Bir de şu: Maçın coşkusuna kaptırdığımda kendimi, bütün taraftarların gözleri benim gözüm oluyor. Onların her birinin gördüğünden daha fazlasını görüyorum içimde. Kör ressam ağabeyimiz Eşref Armağan’ın renkleri görmesi gibi.
***
Hasan Aycın’la yine kör bir arkadaş arasında geçen iki saatlik muhabbetin finali:
- Bi’gün gözlerinin görmesini ister misin?
- Hayır
- Niye aslanım?
- Öyle
- Asya’yı, Amerika’yı görmek...
- Hayır
- Gökyüzünü merak etmiyor musun?
- Hayır
- Ya denizi?
- Hayır
- Cuma, dostum… Bak, ben sanatçıyım, ressamım, renkleri anlatayım sana. Mavi, özünü gürleştirir. Beyazla uçuşa geçersin. Bir de yeşil var; yemyeşil…
- Hayır
- Sevgilin var mı?
- Hayır
- Olmasını ister misin?
- Hem de nasıl!
- Hah! İşte onun gözlerinin içine bakıp dalmak istemez misin hayata, uzun uzun?
- Hayır!
- Ulan kafamı bozma. Sabahtan beri Bekir Fuat, Bekir Fuat diyorsun, onu da mı görmek istemezsin?
- Ha, onu mu? Onu her gün görüyorum!
***
Bunlar hep şiir işte.