Akıyoruz, hiçbir yeri doldurmadan öylece akıp gidiyoruz. Bir ses, bir renk, bir merhabanın peşinde hikâyemizi arıyoruz. Hikâye dediysek zamanda akıp gitmeyecek, bizi durulanmaya, kıymetli vakitleri tatmaya iten hoşluğumuzdur hikâyemiz.
Zaman akar. Günler dibi delik kova. Kovamız boş, heybemiz, gönlümüz boş; halimiz bîhoş.
Dünyaya düştüğümüz yerde kendimizi arayıp duruyoruz. Budur halimiz, ahvalimiz.
* * *
Aramak varsa orada hakikate dokunan bir şey vardır. İnsan illaki kaybettiğini aramaz. Bazen kendinde eksik olanın, bazen kendinden olanın, bazen de bizzat kendinin arayıcısıdır.
Peki ya sen? Neyi kaybettin dostum? Bir bütündün de parçalarını mı kaybettin? Bir parçaydın da bütününü mü kaybettin? Neyi arıyorsun sevgili dostum? Hikâyemizi ararız, kendimizi ararız. Nerede kaybettik kendimizi, nasıl? Bir lisanda mı, bir insanda mı, bir dağda mı, bir çağda mı, bir ideolojide mi, bir efsanede mi? Bu kadar terimin, bunca kargaşanın arasında bulabilecek miyiz kendimizi?
Bir oyun alanındayım. Bir oyunun içinde… Her yanda oyunlar, sesler…
Ben annemin sesine benzeyen, dünyaya gönderilişimi anımsatan, gönül yanığı olan bir şeyi arıyorum. Beni kapılardan geçirecek o hikmeti arıyorum. Kabımı dolduracak, halimi olduracak naifliği arıyorum.
Bazen bir bardak su, bazen bataklık, bazen okyanus, bazen göl oluruz.
Bir bardak su olup bir insana, bir bataklık olup kamışlara, bir okyanus olup balıklara, bir göl olup tarlalara fayda vermenin muhteşem hissiyatıdır talip olduğumuz.
Yanarız. Hikâyemizi ararken yangınlara düşeriz. Hakikat de bulurmuş ince sızıyı, doğru yolcuyu. Bunu öğrendim bir paslı bıçak gibi. Sanatkârı ölünce nakışı eksik kalmış bir el işi gibi öğrendim bunu.
Yara olmayan yerden kan akmaz. Her yaradan da kan gelmez. Her kanayan yara değildir. Her kanama kırgınlık doğurmaz. Her peşine düştüğümüz de hakikate ulanmaz.
Yoldan da usanırsın dibi delik günleri yaşarken. Ne zaman ki hayretini yitirdin, işte o vakit korkasın hikâyene yetişememekten. Ne zaman ki usandın, o zaman utanasın inancından. Ne zaman ki yağmura kapılmadın, koşarak kaçasın aşktan. Hatırla, ne olmuştu?
Hikâyemizi ararız en nihayetinde. “Suyun ayak sesi”ni ararız. Beyhude geçmesin diye ömrümüz.
Ekranlarda, vitrinlerde, sanallarda, unvanlarda ararsan, bir müddet sonra unutulacak bir kimlikten ibaret bulursun kendini. Lakin insanı insanda, kendini muhabbette, kendini vicdanında ararsan asil bir gönül bulursun.
Hikâyen için entrikaya, ekrana, kıymetsiz ve tatsız şeylere gerek yok. Ne var ki heyben yırtık ve eski, şatafatsız ve mütevazı, dökülmez ondan insanlığın. Dökülmez ondan insanlığım.
Bilmenin, bulmanın, bir arada olmanın mütevazılığına yakışır insanlığımız. Yakışmalıdır.
Gönül sarhoşluğumuz evvel ve ahir arasındaki kaygımızdandır. O sarhoşluk, o kaygı, yolda olanın kaybolmayacağını işaret eder.
* * *
Yolcu vardır, yolu Erciyes güzelliğinde dağlardan geçer... Biraz basiret, biraz sahicilik, biraz samimiyet, biraz da ölmeye güzel sebepler gerek yaşamdan. Elden ne gelir ki başka?
Hikâyenin hikmetine açık, güzel gönlün olsun dost! Yolun sonu da güzeldir o zaman, gurbet diyarından asıl diyara olan yolculuk da.