Bir taşı suya atmak gibi olup geçiveriyor bazı şeyler. Kısacık bir zaman halkalanıyor sanki suyun üstünde ve kaybolup gidiyor sonra. Ne suyun üstündeki izleri biraz daha tutmak mümkün orada, ne taşı geriye almak.
Bir taşı bir halkaya çevirmenin, bir izi bir yerde tutamamanın hakikati ne ola ki? İnsan zamanın ne içinde ne de dışında. Olması gereken yerinde. Bir ömürde bir beden mesela. Kalp değişiyor, adım değişiyor, bakış değişiyor, alkış değişiyor, ağıt değişiyor. Fakat bir bedende insan olmak gerçeği değişmiyor.
Hakikat bize görünmek için çabalar. Muzdarip etmez, insana kendini öğretir. Kendini öğütler insana.
İnsan kendinden bir an koparsa, hakikat yolunu değiştiriyor. Kendi yokmuş gibi davranan, başkasını nasıl görebilir? Hangi yöne dönerse dönsün kendini görmeyen hakikate nasıl uyanabilir? Etrafına gönlü gibi bakmayanın da o hakikatten işiteceği bir söz olabilir mi?
İnsan hakikate gönülden bağlanırsa koca bir gönle, körü körüne bağlanırsa koca bir köre dönüşür.
Başlangıç ve son, taş, su, iz, halka, geçen zaman insandır. İnsanın yansıyan akisleri…
Ne suyun üstündeki izleri biraz daha orada tutmak mümkün, ne de taşı geriye almak.
Olanı değiştirebilmek mümkün değil.
Her şey kısacık bir anda olup bitiveriyor.
İnsan “an”da okusun kendini. Hayret duygusu an’a aittir. Hasret geçmişe duyulur, gayret geleceğin inşası.
İnsan taşı suya attığında hakikatin yerine yerleştiğini okuyabilmeli. Telaşından sıyrılıp içine inanabilmeli.
Kendinde olup bitene yönelmeli. En çok kendi seyrini sevmeli. Anlarız belki o zaman su okyanustan bir damla, taş yeryüzünden, insan hakikatten...
Ürperir o zaman içimiz suya değmiş gibi.