Hayret üzerine kuruludur hayat.
Bakıp bakıp tutsak olduğumuz sonra özgürleştiğimiz tek kapı.
Her şeyin meşru kılındığı günlere tutsak edildi ruhumuz.
İnsan hiçbir şeye hayret etmemektedir; bu dünyayı aşmış, yapacaklarını yapmış, söyleyeceklerini söylemiştir. Umuda ve kutsala ihtiyacı yoktur. Ne hayret nidalarına ne de mucizelere…
Umudu olmayan insan vardır artık. Seyreden, seyrolunan adamların dünyasıdır hayat. Hayat bir seyir zevkidir artık. Yaşam yaşanmamışlıktır; ‘farzedilen’, ‘velev ki’, ‘güya’ denilendir. İşin sırrı çözülmüştür. Gerçeğe vakıf olunmuştur. Aramak yok, hayret yok, bulduk her şeyi!
Kurda kuşa, bulutlara hayretsiz bakanın göreceği ne kalmıştır? Balkonda, öğlen güneşi altında, iki direk arasına kurulmuş salıncakta bir çocuğu hayretle sallamayanın hatırlayacağı bir şey olabilir mi? ‘Ninni yavrum ninni’ duası yoksa şu alemde, başka ne vardır?
Her geçen gün artan bir hayretle büyür alem. Hayretle küçülür. Hayretle yaşarız hayatı. Aşkı ve merhameti yeniden yaşatmak için hayretle dokunuruz gökyüzüne.
Bir çocuk… Biraz güneş… Biraz toprak… Ağaçların tepesine kadar çıkan ayakları bir korku sarar, dalları güvensizlik kırar. Bildiği dağ yollarını içinde izler. Herkese yeni keşfettiği o yollardan bahsetmek ister. Dönüp kendine bakar sonra. Uçmak ister ve sarılır annesine. Ağacın meyveye durması, çiçeklerin patlaması gibi hayret duygusuyla sarılır anneye. Ve bir gün bir ağaç dibinden ayrılırken türkülerle tanışır, türkülerin gizemine ram olur gönlü. Sonra kapatır son satırlarını özenle okuduğu kitabın soluk sayfalarını. İlk defa aynı dağın ardını merak eden başkalarının da olabileceğini düşünür hayretle.
Aynı korkunun kapısında kendisi gibi cesaret yetiştirmeye çalışan, sonra onu yontan, el yordamıyla yola koyan düşlerin habercisi gibidir.
Hayretle sever dağları çocuk. Dağların ardını aynı duyguyla merak eder. Tebessümü hayret, gönlü hayrettir.
Hayretle uyandığı bu alemde yolcu olmaya niyet eden, bir başka sese de yol olur, kılavuz olur…
Bir baba… Bir ikindi sonrası doğacak ilk oğlan çocuğuna koyacağı ismi buluverir ve söyler herkese. Nerden, nasıl o köşe başına geldiğini, onca yolu ne zaman kat ettiğini bilemez.
Bir kadın… Durmadan çocuğuna doğru yürür. Alemin tüm çocuklarını aynı duyguyla sever. Bir tencere bulgur pilavının koca bir aileye yettiği şu dünyada yapılan onca hesaba ve savaşa hayret eder. Sonra hangi türküleri, hangi yolları öğreteceğini düşünür çocuğuna, göğsünü yaran kuşların yaralı çırpınışlarıyla bir ‘ah’ çekerek.
Söz yeniden sükuta düşer. Hayret düşer, kadın, çocuk ve adam düşer, düşer elleri kanarcasına göğün merdivenlerinden.