Biz kimiz ve bizim için hakikat nedir? Hakikati nerede aramalıyız? Hakikate yakın durmak için insanlar ne yaparlar? Pratik olarak var mıdır bir çabaları? Bu soruların cevapları nerede? Herkesin bir hakikat arayışının olduğunu kabul edelim.
Kiminin başka bir insan tekiyle, kiminin mekânlarla, kiminin de bir türkü ile münasebete geçerek bir hakikat arayışına girdiğini düşünelim. Bireylerin ayrı, toplumların kolektif olarak içine sığınma ihtiyacı duydukları bir hakikat tarifinin olduğunu hatırlayalım…
***
Bizim hakikatimiz, varlığımızın anlamında gizlidir. Anlam ise bu toprakların insanının hafızasında -hâlâ- unutulmuş değildir. Biz hakikatimize antropolojik endişelerle bakamayız!
Şüphesiz tüm varlık Allah’ın ayetlerindendir. Biz onu yaşadığımız zamanda, bulunduğumuz yerdeki kabullerimizle ‘anlamlı’ kesitlere ayırırız. Ve biz Müslümanlar bunu yalnızca kime kulluk yaptığımızı, kimin ümmeti olduğumuzu bileceğimiz alanlar açmak adına yaparız...
Bizim hakikatimiz annemizin duasındadır, bize bu ülkeyi anlatan, bize ölümü unutturmayan Gesi Bağları türküsündedir. Ancak annemizin duasından ve Gesi Bağları’ndan hareket etmeyi başarabilirsek yaklaşırız kendi hakikatimize. Bir duayla, bir türküyle sahici bir irtibat kurduğumuz an tüm insanlığa dokunmuş oluruz. Süleymaniye’ye dokunabilirsek kendimize dokunmuş oluruz esasen. Hakikat ile aramızdaki perdeleri ancak o taşlar kaldırabilir.
Türkülerimiz, Türkçemiz, Türkiye’miz... Bunlar, bu topraklarda kendimize mahsus tarihimizin, tevekkülün, düşüncenin, tasavvurun, inancın, sanatın, hayatın nimetleridir.
Peki, Türkiyesiz bir hayat tasavvuru mümkün mü? Asla!
Çünkü insan bir şeye ‘bir yerden’ bakar. Her yerden bir bakış hiçbir şeyi görmez. ‘Bir yer’ lazım bize, ayaklarımızı basabileceğimiz bir zemin. Bize temiz bir toprak gerekli. Bizim için Türkiye, ayaklarımızı basabileceğimiz tertemiz ‘bir yer.’ Biz insanlığa dokunabilmek için bir yerdeyiz, Türkiye’deyiz. Bizim hafızamız bu toprakların hafızası aynı zamanda. Büyüklerimizin hafızası. Bu topraklarda öğrendik nereden başlayacağımızı, nereye gideceğimizi.
Sahih olanla irtibat kurmanın yolu Türkiye’yi sevmekten geçer.
İman, kalbe düşen bir hassasiyettir. İmanımız, kalbimizin derinliklerine kök saldığı gibi sılamızın, tüm yeryüzünün derinliklerine de kök salmalıdır.
Yeryüzü coğrafyasında başka insanlık durumları da yaşanıyor. Onları da anlayıp seviyoruz elbette. Yeryüzünün dört bir yanında yaşanan insanlık durumlarına sonuna kadar bağrımızı açıyoruz, açacağız. Yeryüzü bize mescit kılındı ama Türkiye’nin bu mescidin en önemli cüzü olduğunu unutmayacağız.
Türkiye sılamızdır, vatanımızdır. Kudüs gözbebeğimizdir. Kudüs’ü seven adam güzeldir. Ama Türkiye’yi sevmeden Filistin’i tam olarak sevebilmek mümkün değildir. Hatta Medine’yi, Mekke’yi bile sevebilmek mümkün değildir. Bilmeden sevilemez. Çünkü ancak hakkıyla bilenler sever.
**
Bu toprakların hafızasında yeri olmayan kavramların kime ait olduğunu hatırlamamız gerek. Bu toprakların da bir hafızası var. Tıpkı Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün hafızası olduğu gibi. Bu toprakların türkülerini, edebiyatını, düşüncesini severek yol alacağız. Çıkış yolumuz burada, aşkımız burada.