İnsan yeryüzüne düşünce başladı “düşünce.” Önceki hayatında düşünmeye hiç ihtiyacı yoktu. Cennette yaşayıp gidecekti. Kevser şarabını kana kana içecek, miski amber kokusu içinde Rıdvan ağacının gölgesinde sürdürecekti bitimsiz ömrünü. Oysa şimdi yeryüzüne düşmüş ve ömür boyu düşünmeye mahkûm edilmiş olarak çilesini doldurmayı bekliyor.
Gurbettedir artık insan.
Nereden bilebilirdi ki savaşlara, acılara düşeceğini? Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan zamanlarla uğraşıp duracağını?
Nereden bilebilirdi ki zamanları dilim dilim böleceğini? Dilim dilim bölüneceğini insan, nereden bilebilirdi?
Efkârla gelmişiz dünyaya.
Geldiği yerden sırrıyla gelen gidecek yer de bulur. Atacağı adımı hesaplayan, gideceği yeri düşünen ve dahi sonunu hazırlayan hangi sırrın hamalı olabilir?
Hesap kitap eden, hikâyeyi gözden kaçırır. Bazı kitaplar, bazı hitaplar, yalnızca başını eğenlere… Başını kaldırıp semaya bakan özünü gürleştirir.
Hak sevgisidir hakikatin kapısını açan, gönlümüzü gök gibi geniş bir yere taşıyan. Ona yaslanır özümüz, sevgimiz.
Yeryüzü efkârlıdır.
Gurbeti efkârla derinleşir insanın, derinleştikçe sevgiliye özlemi artar. Gurbeti yaşayan, sevgiliye yakın olur.
Bir garip hikâyedir Âdem. Cennetten efkâra düşmüştür. Dünya sürgününü içinde yaşar. Yabancı bir diyarda geldiği yere dönme hasretiyle...
Vuslat denizedir, hasret denize.