Ne zaman bir daralma hali benliğimizi kuşatsa Seyrani’nin kelimeleri yetişir imdada. “Eski libas gibi âşıkın gönlü/Söküldükten sonra dikilmez imiş.”
Dönüp bakıyorum sonra insanın içini kavuran derinlikteki bu dizelerin sahibi kim diye?
Seyrani, Kayseri Develi ilçesinde imparatorluk Türkiye’sinin son dönemlerinde (1800-1866) yaşamış bu toprağın gariplerinden. Asıl adı Mehmet’tir.
Bir gece, imam olan babası hastalanınca oğlunu sabah namazı kıldırmaya gönderir. Namaz sonrası dervişler onu kış mevsiminde Elbiz Bağı’na götürüp, ona üzüm yedirmişlerdir. Mehmet de geriye Seyrani adını alarak dönmüştür.
Sonra Seyrani’nin sesi duyulur âlemin ortasında. Erciyes’ten yükselen aşk ve öfke sesi:
“Eski libas gibi âşıkın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez imiş
Bülbül daldan dala yapıyor sekiş
O sebepten gülle ediyor çekiş
Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş”
“Eski libas gibi âşıkın gönlü / Söküldükten sonra dikilmez imiş” derken Seyrani dostumuz, aşkını ebediyete emanet ediyor.
Ya biz emanet edebilecek miyiz?
Seyrani’nin sözleri dokundukça kanatıyor, kanattıkça şifa veriyor: “Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş / Kıyamete kadar sökülmez imiş.”
Bir garip şairdir Seyrani. Erciyes’ten selamlamıştır âlemi:
“Bir kâmilin yolun tutsam / Aşk oduna yanıp tütsem / Bülbül gibi feryat etsem / Muhabbetin güllerine.”
Siz de Erciyes güzeliyle düşersiniz muhabbete.