Dünya sıkıcı. Türkiye hüzünlü. Dünyanın derdini çekiyoruz çünkü.
“Yalnız hüznü vardır kalbi olanın” diyor İlhami Çiçek. Bize bir kalbimiz olduğunu hatırlatıyor. Kalbimiz, Türkiye’ye tebessüm ediyor, dünya hüznümüzü büyütüyor.
Döne döne türkülere dönüyorum ben de. Döne döne Erciyes’e, Gesi bağlarına dönüyorum.
Bu satırların yazarı Gesi bağlarında doğdu; üzüm bağında, üzümlerin içine... Belki de o yüzden üzümü, “Kimseler yanmasın anam yansın derdime”deki garipliği ve Türkiye’yi sevdi; ‘sevgisi imandandır’ diyerek bağrına bastı.
Gesi bağları muhabbet bağlarıdır.
Gesi bağları türküsü de öyledir; türküler kerim bir tarihten günümüze uzanan hüzün haberleridir. Bizim türkülerimiz çokluğumuza, tekliğimize, hüzne, melale dayanır. Onlar kaybolunca garipliğimiz de aşk da kaybolur.
İnsanın ve kelimenin başı dik, alnı açık olması aşk ile mümkündür.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Anadolu’nun gerçek romanını yazmak isteyenler muhteva yüklü türkülere eğildiklerinde onlarda çok şey bulacaklardır, bizim romanımız türkülerdedir,” der. Tarihle yüklendiğimiz hüzün ve bizi Allah’a ulaştıracak melal de oradadır.
Türkü, tarihle, zamanla ve kaderle görülmesi gereken bir hususi hesap taşır. Bu bakımdan her türkü başlı başına bir esenlik ve dünyadan ahirete havalandırılan bir duadır.
Ne zaman bir daralma hali benliğimizi kuşatsa kelimelerine koşacağımız Âşık Seyrani imdada yetişir.
Seyrani, Kayseri Develi ilçesinde imparatorluk Türkiye’sinin son dönemlerinde (1800-1866) yaşamış bu toprağın gariplerinden. Asıl adı Mehmet’tir. Bir gece, imam olan babası hastalanınca oğlunu sabah namazı kıldırmaya gönderir. Namaz sonrası dervişler onu kış mevsiminde Elbiz Bağı’na götürüp, ona üzüm yedirmişlerdir. Mehmet de geriye Seyrani adını alarak dönmüştür. Sonra Seyrani’nin sesi duyulur âlemin ortasında. Erciyes’ten yükselen aşk ve öfke sesi:
“Eski libas gibi âşıkın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez imiş
Bülbül daldan dala yapıyor sekiş
O sebepten gülle ediyor çekiş
Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş
Sevdiğim değildin böylece ezel
Aşkımın bağına düşürdün gazel
İbrişimden nazik sandığım güzel
Meğer pulat gibi bükülmez imiş
Seyrani’nin gözü gamla yaş imiş
Benim derdim cümle derde baş imiş
Ben bağrımı toprak sandım taş imiş
Meğer taşa tohum ekilmez imiş”
“Eski libas gibi âşıkın gönlü / Söküldükten sonra dikilmez imiş” derken Seyrani dostumuz, aşkını ebediyete emanet ediyor.
Ya biz emanet edebilecek miyiz?
Seyrani’nin sözleri dokundukça kanatıyor, kanattıkça şifa veriyor: “Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş / Kıyamete kadar sökülmez imiş.”
Bir garip şairdir Seyrani. Erciyes’ten selamlamıştır âlemi:
“Bir kâmilin yolun tutsam / Aşk oduna yanıp tütsem / Bülbül gibi feryat etsem / Muhabbetin güllerine.”
Siz de Erciyes güzeliyle düşersiniz muhabbete.