Dünya sıkıcı. Türkiye hüzünlü. Türkiye’nin gündemi içimizi acıtıyor. Bu garip ülkenin, gariplere sığınak olan can topraklarımızın güzelleştiğini, özgürleştiğini görmek istiyorum.
Ve fakat hüzünlüyüm.
***
İlhami Çiçek “Yalnız hüznü vardır kalbi olanın” diyor. İlhami Çiçek bize bir kalbimiz olduğunu hatırlatıyor, kalbimiz Türkiye’ye tebessüm ediyor. Türkiye hüznümüzü büyütüyor.
Nefes almak istiyorum ülkeme bakarak, hüznümüze, kalbimize bakarak.
***
Neşet Ertaş türkülerine sığınıyorum. Türkülerin kalbine bırakıyorum kendimi. Döne döne türkülere dönüyorum. Döne döne annemin söylediği ninnilere, türkülere dönüyorum.
Allah’a, ülkeme, hüznüme götüren ses annemin ninnilerinde, türkülerinde.
Annemin sesi toprağıma, kalbime götürüyor.
***
“Gönülden gönüle sır gizli gizli” diyor, Kırşehir’li büyük şair. Gönül gönüle tanışın, aşka yürüyün diyor. Daha ne desin.
Neşet Ertaş’ın sesi uzayıp gidiyor, kalbime inşirah veriyor.
***
Türküler kerim bir tarihten günümüze uzanan hüzün haberleridir. Onların bize işaret ettiği manevi alanı yaşatmalıyız mutlaka. Bizim türkülerimiz çokluğumuza, tekliğimize, hüzne, melale dayanır. Onlar kaybolunca garipliğimiz de aşk da kaybolur.
İnsanın ve kelimenin alnı açık, başı dik olması aşk ile mümkündür.
Türkü sadece müzik eşliğinde ifade edilen bir eğlence aracı değil. Eğlence aracı olmadığı için de tarihle, zamanla ve kaderle görülmesi gereken bir hususi hesap taşır. Bu bakımdan her türkü başına bir esenlik ve dünyadan ahrete uzanan bir duadır.
***
Ne diyorduk, zor zamanlarda ne zaman ki bir daralma hali benliğimizi kuşatsa işte o vakit limanına sığınacağımız, rıhtımında terennüm edeceğimiz büyülü sözler imdada yetişir.
İmdada Aşık Sümmani yetişir. Sümmani, Erzurum’un Narman kasabasında imparatorluk Osmanlı’sının son dönemlerinde, 1861’de doğmuş bu toprağın gariplerinden biri.
Bakar mısınız şu sözlere Allah aşkına?
Ervâh-ı ezelde levh-i kalemde
Bu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devr-i âlemde
Bir günümü yüzbin zâra yazmışlar
Arif bilir aşk ehlinin hâlini (canân hâlini)
Kaldırır gönlünden kıl-ü kâlini
Herkes dosta yazmış arzuhâlini
Benimkini ürüzgara yazmışlar
Dünyayı sevenler veli değildir, canım değildir
Canı terkedenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan hali değildir
Her birini bir efkara yazmışlar
Yazanlar Leylânın Mecnûn kitâbın
Sümmânî’yi bir kenara yazmışlar
***
“Herkes dosta yazmış arzuhâlini/Benimkini ürüzgara yazmışlar” derken dostumuz hüznünü rüzgara emanet ediyor.
Ya biz kimlere emanet edeceğiz?
Sümmani’nin sözleri dokundukça kanatıyor, kanattıkça şifa veriyor: “Yazanlar Leyla’nın Mecnun kitabın/Sümmani’yi bir kenara yazmışlar.”
Bir kenara yazılmak garipler safına yazılmaktır.
***
Gariplik dert sahibi olmaktır. İnsan dertleriyle garipleşir. Garip, ebedi yolculuğunda derdini azık edinir.
***
Bir garip hikayedir Adem. Cennetten hüzne düşmüştür. O, dünya sürgününün içinde, geldiği yere dönme hasretiyle yaşar. Aslında bu Adem’in aşka ilk dokunuşudur. Gurbete ilk dokunuşu, sılaya ilk varışıdır. Ana vatana dönünceye kadar da bu gurbet, bu hüzün yatağını arayan nehirler gibi denizlere akmaya devam eder.
Ondandır hüznümüz, dünya gurbetinde nehirler gibi akışımız.