Erciyes gibi olmalı

Bekir Fuat

İlk mektep yıllarında yaşadığım şehrin benim için en merak uyandıran yanı Erciyes Dağı’ydı. Başı hep dumanlı, zirvesi hep karlı. Erciyes, benim küçük dünyam için ulaşılması imkânsız bir büyüklüğe sahipti. Bazen hayalimde zirvesinde olduğumu hisseder, içim ürperirdi. Küçük bedenim şehre yağan karlarla mücadele edemezken başı dumanlı bu zirvenin karlarıyla nasıl mücadele edebilirdi ki...

***

Erciyes’in tepesini hep merak ettim. Bir gün zirvesine çıkabilmenin hayallerini kurdum.

Erciyes’in hikâyesi benim için en az fiziksel büyüklüğü kadar etkileyiciydi.

Şimdi sessiz ve alabildiğince yakışıklı duran Erciyes’in asırlar evvel öfkelenmiş, hiddetlenmiş ve içindeki öfke ateşini dışarıya püskürtmüş olmasını bir türlü idrak edemezdim. Bu dağ, nasıl olur da ateş püskürebilirdi? Bugün Kayseri ovası bereketini, Kapadokya bölgesi güzelliğini onun ateşten öfkesine borçlu.

Çocukluk günlerimde mahalleden arkadaşlarımla Erciyes’in zirvesinden bir yol bulup dağın içine yapacağımız heyecanlı bir yolculuğun rüyasını görürdüm. Bu yolculuk ne kadar da maceralı olabilirdi. Ancak çocuk aklımı hep şu soru meşgul ederdi: Ya Erciyes’in öfkesi devam ediyorsa!

Ortaokul sıralarına geldiğim vakit Erciyes’in sönmüş bir volkanik dağ özelliği taşıdığını öğrendim. Bir dağ nasıl susabilirdi ki. Sustuktan sonra bir hayat nasıl devam edebilirdi? Benim Erciyes’im susmuş olamazdı. Susmamalıydı. Onu böylesine bir sükûta sevk edecek ne yaşamış olabilirdi? Heybetli Erciyes’in ateşten öfkesiyle yeniden seslenmesini isterdim.

Aradan yıllar, yıllar geçti. Türkiye’yi, dünyayı tanımaya başladım. Ağrı, Süphan, Nemrut ve nice büyük dağın siluetini ya fotoğraflarından ya da bizzat dünya gözüyle görme imkânım oldu. Ancak ilk aşkım Erciyes’in güzelliği hiçbir dağın siluetinde yoktu. Her gördüğüm tepe ve dağ zirvesi içimdeki Erciyes aşkını daha da büyüttü. Ardından güzellik-mana ilişkisi zihnimi meşgul etmeye başladı. Fikirler, imgeler, resimler bir düşüncenin, bir zihniyet dünyasının yansıması değil miydi? Evet öyleydi. Peki, Erciyes’in o ihtişamlı kudreti ve bir gelin başı gibi süslü çehresi ne anlatıyordu bakanlara?

Bu sorunun cevabını Erciyes’i diğer dağlarla birlikte düşünerek buldum. Diğer tepeler ve dağlar bulundukları coğrafyada bir kütle gibi yalnız ve bir başına yükseliyordu. Ancak Erciyes etrafına küçük tepeciklerden bir “ordu” kurmuş, onları da yanına alarak göğe doğru birlikte uzanıyordu sanki. Küçük tepecikler, topraklar, kayalar aynı hedefe doğru el ele verip birleşmiş ve Erciyes’i göğe doğru yükseltmişlerdi.

Erciyes birlik demekti. Bu birlik başka hiçbir dağda olmayan bir güzelliği çıkarmıştı ortaya. Ancak bir ülkü / mefkûre / ideal etrafında samimi duygularla birleşenler böyle bir güzellik sergileyebilirlerdi. Kapitalizmin, tüm değerleri, idealleri unutturduğu bir çağda Erciyes muhteşem siluetiyle bizlere hakikatin sırrını fısıldıyor adeta. Ruhunu yitirmiş bir dünyada Erciyes, kendisindeki manayı idrak edenlere bir ateş topu hediye ediyor. Bu ateş topu sinesinde vahdeti, tevhidi barındırıyor, “Sen özünü Hakk’a çevir” diyor.

***

İnsan büyürken Erciyes gibi büyümeli. Bir ülkü uğruna ve adım adım.

Bana bir şey daha anlatıyor heybetli Erciyes: Dünyaya “bir yerden” bakmamız gerektiğini... Ancak “bir yerden” bakabilmemiz için ayağımızı basacağımız bir zemine de ihtiyaç olduğunu... Erciyes bize bakacağımız, ayağımızı basacağımız yeri gösteriyor. Bu ülkenin çocukları Erciyes gibi olmalı; durduğu yeri, bakacağı yeri bilen, her daim birlikte ve her daim dimdik.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.