Türkiye’nin tek gerçeği, tek gündemi siyaset değil. Mülteciler değil. Tek gerçeğimiz Rusya ve Amerika ile ilişkiler de değil. Başka hayatlarımız, başka gerçeklerimiz de var. Açık yüreklilikle konuşmamız gereken gerçekler.
Milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyen bir olguyla karşı karşıyayız. İtiraf etmeliyiz; sadece “özel günler” parantezinde hatırladığımız bir mesele, özürlü/engelli meselesi.
***
Tecrübelerimizden biliyoruz ki, engellilerin sorunlarının çözümü pek çok sorun gibi zihniyetle ilgilidir.
Zihniyet değişmediği sürece, engellilere dönük hangi yasaları, hangi düzenlemeleri geçirirseniz geçirin sağlıklı sonuçları almanız mümkün değildir.
Aslolan bakış açısıdır. Toplum engellilere nasıl bakıyor? Onlara yaklaşımı nasıl? Engelli, toplumda “muhtaç” bir varlık olarak mı algılanıyor, yoksa -her insan gibi- bir “birey” olarak mı?
Bu sorulara vereceğimiz cevap engelli bireylerin sorunlarının gerçekten çözülüp çözülmeyeceğini de ortaya koyacaktır. Engelliye bir “muhtaç” gözüyle bakıldığı sürece ve bu bakış açısını değiştirmediğimiz müddetçe engelli bireyin sorunları da devam edecektir.
***
Engelli dediğimiz kişiler birer insan… Onların da tıpkı diğer insanlar gibi bir hayatları var. Onlar sadece özel ihtiyacı olan insanlar…
Engelli olmanın bir kusur, bir zayıflık olarak addedildiği bir bakış açısı mevcut bizde. Engelli insan, sadece bir uzvunu yitiriyor, ya da bir uzvu iş görmez hale geliyor. Toplumdaki engelli algısı ise insanın bir uzvunu yitirmesi değil, insana dair kriterleri yitirmesi gibi bir düşünce olarak karşımıza çıkıyor. Engelli insanı, insanlığından da bir şey kaybetmiş bir varlık olarak algılıyoruz.
Kolsuz, bacaksız, gözsüz, kulaksız, burunsuz, saçsız, parmaksız, böbreksiz bir insan olamayacağını düşünüyoruz; insan olmanın asli unsurunun bu uzuvlarla doğrudan ilgili olduğunu düşünüyoruz…
Engelliye davranışlarımızın altında belki de böyle sakat bir mantık var. Ona bu zaviyeden bakmaya başlamamız belki de engelli meselesindeki en önemli zorluklardan birisi.
***
Bir de şu var.
Onlarla yan yana gelmekten çekiniyoruz.
Onlarla karşılaşmak istemiyoruz.
Onları uzaktan sevmeyi tercih ediyoruz.
Bir engelliyle karşılaştığımızda kendi zayıflıklarımızı görüyor ve bundan kaçmanın yolunun engelliden kaçmak olduğunu düşünüyoruz. “Engelliler olmazsa eksiklikler de olmaz” diyoruz. Onları engelli halleriyle gördükçe kendimize dair handikapları da görür ve insan oğlunun o kadar da güçlü bir varlık olmadığını anlarız korkusu hakim.
Engelliden kaçarak kendi gerçeklerinden kaçacağını düşünenler var demiştim ya, bu durum bir tür “rahatlık” sağlıyor olmalı. Engelliden uzak durmanın/kaçmanın en önemli nedenlerinden birinin bu “korku” olduğunu düşünüyorum.
İnsan garip bir şekilde güçlüyü ve güçlü olma duygusunu seviyor.
Engelli ise toplumda zayıflığın, çaresizliğin sembolü.
Bu zayıflık sembolüyle yan yana anılmak istemiyoruz…
Sözün sonunda söylemek isterim; insana dair bir şeyler görmek istiyorsak insanın engellilere nasıl baktığına şahit olmalıyız.
***
Son bir not: Sosyal medyada çok sık rastladığım bir mesaj var. “10-16 Mayıs, Engelliler Haftası kutlu olsun.” Düşüncesizce sarf edilen bir söz. Az daha konfetiler atacaklar, havai fişek patlatacaklar. Bir de, özellikle son yıllarda engellileri podyumlara çıkarıyorlar, hem de devlet protokollerinde. Bu da çok yaralayıcı bir şey.
Engelliler Haftası’nın kutlama mesajlarıyla gündemde tutulmaya çalışılması da engellilerin -hangi niyetle yapılırsa yapılsın- podyumlara çıkarılması da engellilerin hiç de hazzetmediği görüntüler. Engelliler günü/haftası çoğu defa işkence halini alıyor engelli birey için.
Mutlu pazarlar.