Dünya sıkıcı. Türkiye hüzünlü.
“Yalnız hüznü vardır kalbi olanın” diyor İlhami Çiçek.
Ben de türkülere dönüyorum. Döne döne annemin söylediği ninnilere, türkülere dönüyorum.
Allah’a, ülkeme, anneme dönüyorum döne döne.
Annemin sesi toprağıma, kalbime götürüyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar “Bizim romanımız türkülerdedir.” der. Tarihle yüklendiğimiz hüzün ve bizi Allah’a ulaştıracak melal de oradadır.
***
Ne zaman bir daralma hali benliğimizi kuşatsa limanına sığınacağımız, rıhtımında terennüm edeceğimiz büyülü sözler imdada yetişir.
İmdada Âşık Sümmâni yetişir.
Sümmâni, Erzurum’un Narman kasabasında imparatorluk Türkiyesinin son dönemlerinde (1861-1915) yaşamış bu toprağın gariplerinden.
Bakar mısınız şu sözlere Allah aşkına?
“Ervâh-ı ezelde levh-i kalemde / Bu benim bahtımı kara yazmışlar / Bilirim güldürmez devr-i âlemde / Bir günümü yüz bin zâra yazmışlar.”
“Arif bilir aşk ehlinin hâlini / Kaldırır gönlünden kîyl-ü kâlini / Herkes dosta yazmış arz-ı hâlini / Benimkini ürüzgâra yazmışlar.”
Yazanlar Leylâ vü mecnûn kitabın / Sümmâni’yi bir kenara yazmışlar.”
“Herkes dosta yazmış arzu hâlini / Benimkini ürüzgâra yazmışlar” derken dostumuz hüznünü rüzgâra emanet ediyor.
Ya biz kimlere emanet edeceğiz?
Sümmânî’nin sözleri dokundukça kanatıyor, kanattıkça şifa veriyor: “Yazanlar Leylâ vü mecnun kitabın / Sümmâni’yi bir kenara yazmışlar.”
***
Bir kenara yazılmak garipler safına yazılmaktır.
Bir garip hikâyedir Adem. Cennetten hüzne düşmüştür. O, dünya sürgününü içinde, geldiği yere dönme hasretiyle yaşar. Aslında bu Adem’in aşka ilk dokunuşudur. Gurbete ilk dokunuşu, sılaya ilk varışıdır. Ana vatana dönünceye kadar da bu gurbet, bu hüzün, yatağını arayan nehirler gibi denizlere akmaya devam eder.
Ondandır hüznümüz, dünya gurbetinde nehirler gibi akışımız.