Allah, aşkın bizatihi kendisidir. Hakk’a yönelme gayretinde insan, o hali yaşamaya ve idrak etmeye başlar. Kendi kalbini keşfeden, insanı ayrı bir kalple, Allah’ı ayrı bir kalple sevemez. “Yüreğimiz bölüştürülemez.”
Kâinatta var olan her şeyin aslıyla görülmesi… Taşa, toprağa, havaya, suya, börtü böceğe, karıncaya bağlanabilir, onları da sever insanoğlu. Karıncaya baktığımızda neyi görürüz, neyle yaklaşırız ona; merhametle mi, hayretle mi, ibret gözüyle mi? Karıncayı sadece bir varlık olarak mı ele alırız? Oysa ‘varlığının mahiyeti nedir’ diye sorduğumuzda, işte o bakış bizi doğrudan karıncanın sahibine götürür.
Karıncanın da yaratanından/sahibinin isimlerinden bir tecelli aldığını görürüz. Hayatımızın dışında yabancı bir nesne, yabancı bir varlık olarak bakamayız ona. Bir kadına, bir çocuğa, bir taşa, bir denize de öyle bakamayız. Orada aşk vardır, fıtratın farzı vardır. “Dönünce bütün gövdesiyle döner.”
İnsan yaşadıkça aşkını terennüm eder. Aralıksız yaşar aşkı.
Bir kalbimiz var. Sadece bir kalp. Annemize bakarken de sevgilimize bakarken de aynı kalple bakarız. Yunus Emre’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, çiçekleri, Doğu Türkistan’ın ve Kamboçya’nın gariplerini severken aynı kalple severiz. Türkiye’ye ayrı kalple, gariplere ayrı kalple, Allah’a ayrı kalple gidilmez.
Mutlu pazarlar.