Şöyle başlayım söze, Cumhuriyetin bize sunmuş olduğu dünya görüşü ile yaşanan hayat arasında, hep bir takım sorunlar olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyet ideolojisiyle yaşadıklarımız arasında tuhaf, hâlâ açıklamaya muhtaç uyuşmazlıkların, ahenksizliklerin, çatışmaların olduğunu düşünüyorum. Bu çatışma, bu ahenksizlik çok yaratıcı bir hayata sürüklemedi bizi.
Hayat hep önde gitti; biz, dünya görüşümüzle, teorilerimizle hayatı kovalamaya çalıştık. İşte bu şekilde yaşamak çağdaşlıktır, bilimseldir, ilericiliktir diye çok da bizim kültürel köklerimizden beslenmeyen, hayatımızın o gürül gürül akışından bereketini almamış görüşlerle yaşadık.
Gesi bağlarına dudak büken çocukların yaşadığı bir Türkiye korkutmadı kimseleri. O yüzden şimdi düşüncelerimizle, “Hey Allah’tan korkmaz sana bana ölüm var” diyen gesi bağları türküsüyle, hayatımız arasında büyük bir boşluk oldu, o boşluk bizi yoksul bıraktı. Yoksul ve hüzünlü.
Elbette Cumhuriyetin bir tezi, bir medeniyet tezi vardı. Bu, malum altı okla özetlenen çağdaşlaşma projesi. Yani kendi kültürümüzü Batı medeniyetine intibak ettirmek. Ama bunu yaparken içeriden değil, dışımızdaki insanlardan, başkalarından destek aldılar. Onlardan destek alarak yapmaya çalıştık bu işi. Batı medeniyeti ile kaynaşmak istedik; onu da beceremedik, elimize yüzümüze bulaştırdık. Oluşturulmaya çalışılan şey, çok yapay ve iğreti durdu.
Velhasıl içimizdeki boşlukları dolduramadık. Hâlâ o boşluklarla yaşamaya devam ediyoruz. Geldiğimiz kültürel köklerle şimdi içinde bulunduğumuz durum arasındaki ilişkileri yeniden ve yeniden, sürekli gözden geçirmeliyiz.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde işte, “Çıktık açık alınla on yılda her savaştan; on yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan; başta bütün dünyanın saydığı başkumandan, demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan. Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi, Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri,” diyerek diriltilmeye çalışılan bir şey olmuş aslında. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bir ateş varmış, bir parça. Ama o ateş çok çabuk erimiş. Çabuk erimiş, çünkü gerçekten o bizim hayat tarzımızla, hissiyatımızla, gesi bağlarıyla münasebete geçilemediği için toprağını bulamamış.
İçimizdeki boşlukları dolduramadık.
Toparlarsak, fikirlerimiz imandan, ülkemizden, hayattan beslenmiyor, beslenmedi. Onların kaynağı yine başkalarından aldığımız başka fikirler. Bu nedenle Cumhuriyet hep bir özenti, hep bir taklit olarak kaldı ve insana, insanımıza özgün bir dünya görüşü sunamadı. Bundan dolayı da acı çekiyoruz.
Ece Ayhan bir yazısında Cemal Süreya, Sezai Karakoç ve İsmet Özel için “Cumhuriyetle yaralanmışlardır,” der.
Ne anlatacaktım, mevzu buraya geldi, yerimiz doldu, bu haftalık da bu cümleler düştü nasibinize.