Kendi dünyamızı kurmaya çalışırken dünyanın yükünü yükleniyoruz. Yük ile azığımızı aynı gönülde taşıyalım istiyoruz.
İnsanın yükü kendidir, kalbidir.
Ayrıntı zannettiğimiz çizgiler üzerinde yürürken biz, hayat da tavizsiz ve tarifsiz duruşuyla akar gider. Bazen bir noktadan bakıp dururken biz, başka bir yerde akıp giden dünyalar vardır. Bazen bir dünyada kaybolurken biz, başka bir yerde görülen rüyalar vardır.
Var mı insanın bir sonu? Zamanın bir sonu var mı?
Buradaydık. İki, üç, beş, yüz, milyon yalnız insandık. İçlerine dahil olmak istediğimiz hayatlar için hayat adlı sırrı kurguladığımızı sanırdık. Hangimiz neresinden tadacaktık hataların, karar veremezdik. Kucaklarımız olurdu herkese açabileceğimiz; kollarımız olurdu kırsınlar diye kalbimizi. Delikanla gezer, hoyrat sözler söyler, talan eder dururduk günleri. Çılgınca adımlardık dünyayı. Kendimize zalim, kâinata âlim kesilirdik.
Yolun maksadı varmak mı bilemedim. Bir ele çevirdim gönlümü, yolumu işaret etsin diye. Dünyamı bulmaya çalışırken dünyanın yükünü yüklendim. Yük ile azığımı aynı gönülde taşıdım, eşyadan sıyrılamadım.
Nizamsız yaşadım. Bir hüner uğruna rüyalara daldım. Kırk kapıdan geçmekte değil, bir kapıdan sessizce çıkabilmekteydi hüner. Kırk kapıdan geçtim de bir kapıdan çıkamadım. Olmadı, şifa dağıtılan sokaklarda kaybolamadım. Şifamı bulamadım. Derdime derman olamadım. Bir kuru merakın peşine kapıldım gittim.
Evime geç kaldım; kavuşmaya, hicrana geç kaldım.
Yüreğim, bu dünyanın binbir baharı var. Sen hangi bahara kandın? Hangi bağbozumunda kalakaldın? Kalbim, en son nerede kaldın?