Bir Beşiktaşlı olarak “Fenerbahçe aşkı”nı anlatan bir yazı kaleme alacağıma hayatta inanmazdım. İnsan büyük konuşmamalı.
Ama biz arkadaş milliyetçisiyiz. Üstelik o benim dostum. Üstelik ortada büyük bir aşk var.
Üstelik aşka ve hakikate sadakat, bizim şerefimizdir.
Mevzumuz belli de kimden bahsettiğimi açıklamalıyım galiba. Kör bir arkadaşımdan. Daha doğrusu onun dağlara taşlara sığmayan “Fenerbahçe aşkı”ndan söz ediyorum. Bu “büyük sevda”yı anlatmaya çalışacağım, dilim döndüğünce.
Kahramanımızın adı Erdal Azgın. Görme özürlü bir futbol tutkunu ve hukuk fakültesi mezunu bir avukat. Üç aylıkken geçirdiği menenjit hastalığı dünyayla arasına karanlık bir perde çekmiş. Ama o yaşama sevincini hiç yitirmemiş. Gözlerinin görmemesi okumasına, düşünmesine, hayatı dolu dolu yaşamasına hiç de engel olmamış. İçinde büyüyen kıvılcımlarla sarılmış hayata. Onu hayata bağlayan kıvılcımlardan biri, belki de en önemlisi Fenerbahçe aşkı. Ben de Erdal’ın renkli iç dünyasını “Fenerbahçe aşkı”ndan yola çıkarak resmedebilirim ancak. Ha, bir de o, İnter Milan maçını seyretmek için Milano’ya giden bir adam aynı zamanda.
“Kör bir adam futbolla niye ilgilenir?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Hemen söyleyim öyleyse: Bir manav niye ilgileniyorsa, bir kasap, bir kabzımal niye ilgileniyorsa, kör adam da onun için ilgilenir. Kitleleri peşinden koşturan bir şey futbol. Takım tutmak da böyle bir şey. Bu kadar sade.
İzleyemediği bir şeyle ilgileniyor ama adam… Evet, ama bunun cevabını Erdal Azgın’ın da tam olarak bildiğini zannetmiyorum.
Çünkü ortada büyük bir aşk var ve aşkın rasyonel bir izahı olamaz.
Futbolun onun zihninde oluşturduğu dünyayı gördüm.
Bir de kitapların dünyasından kopmasının imkânsızlığını…
Kitaplar deyince, Azgın, İsmet Özel’i ve Kemal Tahir’i çok beğendiğini söylüyor. En son Alev Alatlı’nın Kabus’unu (Schrödinger’in Kedisi) okumuş. “Orada çizdiği dünya portresinden dehşete düşmüştüm” diye konuşuyor. İsmet Özel için söyledikleri ise kayıtlara geçecek türden: “İsmet Özel bana göre aslımıza dikkat çeken, bizim nereden geldiğimizi çok iyi bilen, pek çok tehlikeyi önceden görüp bizi uyaran birisi.”
Futbol muhabbetine dönecek olursak, Erdal’ınki futbol kadar, belki ondan daha fazla Fenerbahçe sevgisi. Gerçi tam emin değilim hangisi, nerede duruyor? Dedim ya, ortada bir aşk var!
Tüm dualarına Fenerbahçe’nin kupa almasına da ekleyen bir adam çünkü o.
Futbol çoğumuzu şöyle ya da böyle, heyecanlandırıyor. Peki ya maçları izlerken nasıl bir coşku kaplıyor içini dostumuzun?
Tam burada, sözü Erdal Azgın’a bırakmanın sırası:
“Şimdi iki yerde maç izlemek var; biri deplasman, öbürü Kadıköy. Kadıköy’de maç izlerken kendimi evimde hissediyorum. Bambaşka bir atmosfer, ölüyü bile diriltir. Fenerbahçe’ye az bir sempatisi olan adam orada silme Fenerli olur çıkar. Bir de genelde yanımda radyo götürüyorum. Belli bir noktadan sonra radyonun sesinden kopuyorum. Etrafımdaki seslerle görmeye başlıyorum maçı. Top rakibin ayağındayken ıslıklar, bize geçtiği zaman tezahüratın en doruk noktaya ulaşması… Gol olacağı zaman benim içimde tutuluyor bütün nefesler. Kaçtığı zaman da benim içimde inliyor stat. Golü kimin attığı zaten duyuruluyor. Sadece kaçtığı zaman kimin kaçırdığını soruyorum. Bir de şey var tabii, maçın coşkusuna kaptırdığımda kendimi, bütün taraftarların gözleri benim gözüm oluyor. Onların her birinin gördüğünden daha fazlasını görüyorum içimde. Kör ressam ağabeyimiz Eşref Armağan’ın renkleri görmesi gibi.”
Şimdi kemerlerinizi bağlayın.
Kör bir Fenerbahçeli mi olmak istersin, gören bir Galatasaraylı mı? Soru bu.
Cevap: Allah bir adamı kör etsin de Cimbomlu etmesin!