İçine çeker sizi kelimeler. Kelime can olur, kuş olur yolculuğa çıkarır. Uçsuz bucaksız bir vadide dünyanın en güzel kelimeleri sizi bulur. Yolda güzeller, garipler, köprüler vardır. İnsana değer verilen zamanda yapılan köprüler… Altından ve üstünden insan geçecektir diye düşünülmüştür. Köprüler, yollar, kelimeler hakikate açılır.
***
“Siz hiç sabaha karşı bir ses duydunuz mu? Yollarda ilk ayak seslerinden çok daha önce, bir ses? Bir ney ahenginde erimiş bir çağrı, sizi içinizden kavrayıp bir yere, uzak, renkli, bilinmez ve esrarlı bir yere çekti mi?”
***
Başınıza gelen şeyin ne olduğunu anlamazsınız önce. Gördüklerinize sıradan şeyler gözüyle bakabilirsiniz önce. Kelimenin, dilin sınırlarını yoklamaya başlarsınız sonra. Bir kalbiniz olduğunu hatırlatır yazar size. Yolun sırlı olduğunu ve kalbini yola açana yolun da sırrını vereceğini söyler.
Bahaeddin Özkişi
Karşılaştığınız şeylerin şiddeti hayretler içinde bırakır. Hayret duygunuz kamçılanır her cümlede. Kelimeler hayretinizi artırır, uçsuz bucaksız bir âlemin ortasında bulursunuz kendinizi.
Başınıza gelenin ne olduğunu anlamaya vaktiniz olur mu bilmem.
Bahaeddin Özkişi’den ve onunla yaptığınız/yapacağınız kutlu yolculuktan söz ediyorum. Kelamı yürek yakan bir yazardan.
Özkişi hikâyeler, romanlar yazmış bir İstanbullu. Esaslı tarihi romanları bir yana, öyle büyük maceralar, enterasan vak’alar yok hikâyelerinde. Bazen bir an, bazen bir bakış, bazen bir park ya da kahvede bir oturumluk süre, bazen satın alınan sıradan bir nesne, hikâyeye konu olabiliyor. Yani yaşamın içindeki çoğu zaman ihmal ettiğimiz ya da önemsiz gördüğümüz her renk, her ayrıntı var hikâyelerde. Bir an’a bir ömrü dolduracak bir anlam yüklüyor bazen. Bazen de o an’da, o ışıkta varlığın, yaşamın anlamını, özünü yakalıyor.
Bakıp bakıp tutsak olursunuz o an’lara.
Ruhunuz onun an’larıyla özgürleşir.
Aşkı, merhameti ve insanı yaşatmak için çırpınıp durur Özkişi’nin kelimeleri.
***
Özkişi’de söz sükuta düşer. Hayrete, hakikate düşer. Okur olarak siz yeniden rüyalara düşersiniz. “Allahım / günahkâr dağlarımı bassın deryaların / bir gül açılsın bir gül için / bin gül içinde” şiirine bırakırsınız kendinizi.
Fıtrata koşar insan; fıtrata ve hakikate düşer kadın, çocuk ve adam.
Bahaeeddin Özkişi okuru da düşer elleri kanarcasına göğün merdivenlerinden.
***
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın teşvikleriyle yazmaya başlar. Köse Kadı, Uçtaki Adam ve Sokakta adlı romanlarıyla tanınır.
Süheyl Ünver’den tezhip dersleri alır. Cam üzerine tezhip çalışır. Bir yandan da eski İstanbul evlerinin maketlerini üç boyutlu ve dört cepheli olarak yapmaya uğraşır. Öylesine orijinal.
***
Gördüğüm şu: Özkişi, hakikat âşığı bir yazar. Hakikati bir biçimiyle hissettirebilecek her şey onun okuma ve düşünme alanına girer.
Şöyle biter Göç Zamanı hikâyesi:
Siz hiç sabaha karşı çağıran bir ses duydunuz mu? Bir ney ahengine bürünmüş bir ses?
Bir adam gördünüz mü, elini şakağına dayamış bir Münâdi, ‘Göç zamanıdır’ diye haykıran?
Dede olmalıydı şimdi. Size derdi ki, siz de duyacaksınız bir gün. Sonra gülümser, gözleri uzaklara dalar giderdi.”
Yazarın son kelimesinin üzerine parmağımı koydum, hiç kaldırmak istemedim.