Türkiye üzerine düşünmek kıymetli. Üstelik boynumuzun borcu.
Bugün bizler kendimizi nasıl tarif ediyoruz? Türkiye, bugün kendimizi tarif ederken kullandığımız Batılı kavramların dünyasıyla çatışmanın cereyan ettiği yerdir. Bu topraklardaki varlığımızın başka türlü bir izahını ne resmi makamlar ne alternatif tarihçiler yapabilir; ne de bunu bizlerden sonsuza kadar gizleyebilirler. Bu ülkenin hafızasında yeri olmayan kavramların kime ait olduğunu hatırlamamız gerek.
Silahlarla vatan sınırlarını koruruz; kavramlarla ise vatanımızı, haysiyetimizi ve hayatımızı...
***
Cumhuriyet ideolojisi bize, ‘bize ait olmayan kavramlar’ hediye etti ve başka bir hayat elbisesi giydirmeye çalıştı. Ve fakat bu ülkede hem Cumhuriyet hem de Cumhuriyet karşıtlığı bir özenti, bir taklit olarak kaldı ve bu ülkenin çocuklarına özgün bir felsefe sunamadı.
Bir tarafta Cumhuriyet Türkiyesi’nin boşluklarını yakalayıp rantını yiyen insan tipleri, diğer yanda Cumhuriyet Türkiyesi’nin karşısında duran ancak yine bu topraklardan beslenmekten ar eden zevat. Öbür tarafta da bu iki hayata eğreti durup yaşanan çelişkilerin acısını çekenler…
Peki, kimin hayır ve hakikat diye bir meselesi var? Var mı bu ülkenin hakikatini anlama derdinde olan?
Bu toprakların hakikati kendi kültürümüz içinde saklı. Bu topraklarda bize dair çok önemli hikâyeler var. Aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden hikâyeler…
Topraklarımızda belki petrol yok ama felsefi bir hazine var.
O hazineye dokunduğumuzda kimler karşınıza çıkıyor?
Yusuf Has Hacip, Yunus Emre, Farabi, İbn-i Sina, Mimar Sinan, Itri, Fethi Gemuhluoğlu…
***
İslam’la tanışmamızdan sonra özellikle Hoca Ahmet Yesevi’yle başlayan müthiş bir ‘arama hamlesi’ ve ‘gönül serüveni’ bu toprakları harmanlamış.
İmanımız mayamıza işlemiş, mayamız da burada çalınmış, bu topraklarda. Maya, Anadolu’da yaşanmış olan tarihimizdir. Biz Orta Asya’dan, Türkistan’dan, Horasan’dan gelen erenler ve dervişler yoluyla bu toprağı vatan yaptık. O insanlar taptaze bir canlılıkla İslam ideallerini içselleştirdiler. İçselleştirerek kendi kendilerini yoğurdular.
Şu hakikatin altını çizmeliyim: Bu toprakların gerçek bir vatana dönüştürülmesi bir bilgi hadisesi, bir bilgi meselesi değildir. İmanın kalbe ve toprağın derinliklerine akmasıdır. Kalbe inmektir. Çok basit ilkelerin kalbe inmesiyle, kalben benimsenmesiyle ilgili bir hadisedir. Tam da bu sebepledir ki Anadolu herhangi bir yer değildir. Biz buranın taşıyla toprağıyla ve gazâ heyecanıyla yoğrulduk ve bu topraklarda bir medeniyet kurduk.
Türkülerimiz, Türkçemiz, Türkiye’miz… Bunlar, bu topraklarda kendimize mahsus tarihimizin, tevekkülün, düşüncenin, tasavvurun, inancın, sanatın, hayatın nimetleridir.
***
İnsan bir şeye ‘bir yer’den bakar. Her yerden bir bakış hiçbir şeyi görmez. ‘Bir yer’ lazım bize, ayaklarımızı basabileceğimiz bir zemin. Bize temiz bir toprak gerekli. Bizim için Türkiye, ayaklarımızı basabileceğimiz tertemiz ‘bir yer.’ Biz insanlığa dokunabilmek için bir yerdeyiz, Türkiye’deyiz. Bizim hafızamız bu toprakların hafızası aynı zamanda. Büyüklerimizin hafızası. Bu topraklarda öğrendik nereden başlayacağımızı, nereye gideceğimizi.
Bu toprakların da bir hafızası var. Tıpkı Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün hafızası olduğu gibi. Bu toprakların türkülerinde, kültüründe, edebiyatında, düşüncesinde her şeye rağmen muhafaza edileni severek yol alacağız, çıkış yolumuz burada, aşkımız burada…