Cumhuriyet ideolojisi bize, “bize ait olmayan” kavramlar getirdi ve başka bir hayat elbisesi giydirmek istedi. Fakat hem Cumhuriyet hem de Cumhuriyet karşıtlığı bir özenti, bir taklit olarak kaldı ve bu ülkenin çocuklarına özgün bir felsefe sunamadı.
Bir tarafta Cumhuriyet Türkiye’sinin boşluklarını yakalayıp rantını yiyen insan tipleri, diğer yanda, Cumhuriyet Türkiye’sinin karşısında duran ancak yine bu topraklardan beslenmekten ar eden zevat.
Öbür tarafta da bu iki hayata eğreti durup yaşanan çelişkilerin acısını çekenler…
Peki, kimin hayır ve hakikat diye bir meselesi var? Var mı bu ülkenin hakikatini anlama derdinde olan?
Ben bu “Türkiye” ve “hakikat” meselesini kendi kültürümüz içinde keşfetmeye/anlamaya çalışıyorum. Bu kültür hem felsefi anlayışıma ışık tutuyor, hem itibarlı bir alan açıyor bana. Türkçeyle ve Türkçeden gelen masallarla, destanlarla, müzikle bu arayışı sürdürüyorum. Bu topraklarda bize dair çok önemli hikâyeler var. Ama aynı zamanda bütün insanlığa hitap ediyor.
Topraklarımızda belki petrol yok ama felsefi bir hazine yatıyor.
Bu hazineyi karıştırdığınızda kimler karşınıza çıkıyor?
Yunus Emre, Mevlâna, Itrî, Mimar Sinan...
İslam’la tanışmamızdan sonra özellikle Ahmet Yesevi’yle başlayan müthiş bir ‘arama hamlesi’ ve ‘gönül serüveni’ bu toprakları harmanlamış.
İmanımız mayamıza işlemiş bu topraklarda, mayamız da burada çalınmış. Biz Orta Asya’dan, Türkistan’dan, Horasan’dan gelen erenler ve dervişler yoluyla bu toprağı vatan yaptık. O insanlar taptaze bir canlılıkla İslâm ideallerini içselleştirdiler. İçselleştirerek kendi kendilerini yoğurdular.
Bu toprakların gerçek bir vatana dönüştürülmesi bir bilgi hadisesi, bir bilgi meselesi değildir. İmanın kalbe ve toprağın derinliklerine akmasıdır. Kalbe inmektir. Çok basit ilkelerin kalbe inmesiyle, kalben benimsenmesiyle ilgili bir hadisedir. Tam da bu sebepledir ki Anadolu herhangi bir yer değildir. Biz buranın taşıyla toprağıyla ve gazâ heyecanıyla yoğrulduk ve bu topraklarda bir medeniyet kurduk.
Türkülerimiz, Türkçemiz, Türkiye’miz... Bunlar, bu topraklarda kendimize mahsus tarihimizin, tevekkülün, düşüncenin, tasavvurun, inancın, sanatın, hayatın “nimetleridir.”
Bizim için Türkiye, ayaklarımızı basabileceğimiz tertemiz “bir yer.” Biz insanlığa dokunabilmek için bir yerdeyiz, Türkiye’deyiz. Bizim hafızamız bu toprakların hafızası aynı zamanda. Büyüklerimizin hafızası. Bu topraklarda öğrendik nereden başlayacağımızı, nereye gideceğimizi.
Bu toprakların türkülerinde, kültüründe, edebiyatında, düşüncesinde her şeye rağmen muhafaza edileni severek yol alacağız, çıkış yolumuz burada, aşkımız burada...