Geçen haftaki yazımızı şu cümlelerle tamamlamıştık: “Türkiye’yi İslam coğrafyasından ayrı düşünemeyiz. Müslümanların derdiyle dertlenmek, ‘Müslümanların birliği’ uğruna gayret etmek, onun heyecanlarını paylaşmak elbette hakkımız ve vazifemiz. Ancak bunun için en başta yapılması gereken bulunduğumuz ‘yeri’ fark etmek, sonra adım adım ilerlemek. Yeni bir medeniyet tasavvuruyla dünyanın huzuruna çıkmaktır.”
Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi temsil ettiği ve edeceği tüm değerlerle ve bu değerler coğrafyasıyla yeni bir medeniyet başarısına ulaşması mümkündür. Ve bu kaçınılmazdır. Tarihimizde ‘bu birlik’, yaşanılan bir gerçeklik olarak bu coğrafyada merkezi bir role sahipti. Tarih bize, o geçmiş ile buluşmanın bu coğrafyada mümkün olacağını söylüyor. Dolayısıyla bizim ‘birlik’ idealimizin zeminini, Anadolu’dan yeşeren ve ‘iman hareketi’nden beslenen büyük çıkış oluşturacaktır.
Türkiye meselesi sağlamlık kazandıkça dünya Müslümanları da sağlamlık kazanır.
Türkiye bizim birliğimizin, varlığımızın her bakımdan temelini oluşturan bir vakıa. Temel, kök Anadolu’dadır. Bir de tarihin gücünü duymak diye bir şey var. O gücü duymak zorundayız. Bu anlayışta çıkış noktası zorunlu olarak Anadolu’dur. Çünkü tarihin gücünü bin yıldır temsil eden Anadolu’dur.
***
Türk milletinin gücü imanından geliyor. Öyle olduğu için de çok süratli bir şekilde Anadolu’yu İslamlaştırıyor, bu toprakları Türkiye yapıyor, vatan yapıyor.
İman, insanlara ve toplumlara iş yapabilme gerilimi ve kabiliyeti verir. Canlılık temin eder. Geçmişte bu gerilim vardı. Bugün de o gerilim başarının, hayatın, medeniyetin enerjisini temin edebilir. Hatırdan çıkarmamakta fayda var; sözünü ettiğimiz gerilim ancak imanla kazanılır. Girişeceğimiz bu ‘iman hareketi’nin motivasyonları da bizim tarihimizin motivasyonlarıyla olabilir ancak. İmandan aldığımız o gerilimin hangi istikamete akacağını da inancımız belirler. O gerilimin açığa çıkaracağı eserleri imanın muhtevası tayin eder. Bu enerji, gerilim olmadan bu topraklarda bir inşa hareketine yönelemeyiz.
***
Yahya Kemal Avrupa’da sefirken, “Türkiye’nin nüfusu kaç?” diye sormuşlar. O da düşünmeden “80 milyon” demiş. O tarihte ülkemizin nüfusu 15 milyon kadar. Bunu kendisine hatırlatmışlar. Yahya Kemal de “Hayır” demiş, “Verdiğim rakam doğrudur. Biz ölülerimizle birlikte yaşarız.” Büyük şairin muhteşem cevabı bu toprakların ruhunu, hakikatini anlatıyor bize.
Bu toprakların onca badireye rağmen Türk yurdu olarak bugüne taşınmasının hikmetini, savunmanın Viyana önlerinde başlatılmasında aramalıyız. Macar ovalarında, Balkan dağlarında, Bosna önlerinde, Tuna boylarında, Akdeniz’in derin sularında, tarihin sessizliğinde yatan yüz binlerce şehidimizin bu toprakların ‘ön savunma gücü’ olduğunu unutmamalıyız. Yerin altında Anadolu’yu yurt tutmak için hayatını vermiş milyonlarca şehit var. Onlar bizim gücümüz ve hayat kaynağımız.