“O tepe baş tepe
yabancıların
Onlarca aldatış
utkudur taktır”
Merhum Akif İnan üstadın bu mısralarında geçen utku ve tak kelimeleri kafama takılıp dururdu bu kelimeleri ilk ayrımsadığım fakat tam olarak fehmedemediğim demlerde. Yani ki sene 1991 olmalı. Lise 1’de iken ben. Allah Dedim Yürüdüm veya Malcolm X isimli bir kasetten bu besteyi dinliyorum. Dinliyor ve besteyi kendimce söylüyorum. (Hiçbir sözlükte tatmin edici bir açıklaması bulunmayan “kendi” kelimesinin neyin nesi olduğunu yazma isteği ile doldum ey okur, sevgili okur diyecektim, diyemiyorum; kimi had ötesi yorumlara bakarak ama hepinizin hatta çoğunuzun öyle olmadığını hesaba da katarak siz sayın okur ile arama minik bir mesafe koyma tedbirini tercih edeyim; kendi kelimesini bir başka sefere irdeleyeyim)
Utkudur, taktır. Tak neyin nesi, tamam, tak gavurun kelimesi, bir şeyi takıyor değilsin. (Bu arada kelime gavurun da değilmiş, Arabın kelimesi imiş)
Ama bu utku ne? En fazla, bir çocuk ismi olarak karşına çıkıyor bir de bir iki şiirde karşına çıkıyor. Gündelik hayatta çok da kullandığımız bir kelime değil. Kelimeyi utku hali ile kullanmıyoruz ama kut, mut, tut, yut, but, dut gibi hallerini kullanıyoruz. Halleri derken evet, bu kelimelerin hepsinin aynı köke sahip olduğunu söylemiş oluyorum. Yazılarımı özellikle ve düzenli olarak okumaya gayret edenlerden özür dileyerek tekrar edeceğim ama Türkçede bir kelimenin kökünü yoklamak için kelime sessiz harfle başlıyorsa eğer baştaki sesi kaldırırsanız kelimenin köküne biraz daha yaklaşmış olursunuz. Bu kuralı bir kere daha hatırlattıktan sonra meseleye biraz daha eğilelim:
Utku için zafer diyor sözlükler. Utmak tek başına nedir diye baktığımızda yenmek anlamını buluyoruz. Ut isim olarak var mı diye bakınca da utanma diye karşılık verilmiş. Ut için utanma anlamının verilmesi sözlükçülükte insanı tıkayan bir nokta oluyor. Benim gibilere ise kafayı yedirten bir durum. Ut’un utanma olması Yunus Emre’nin hümanist, İmamı Azam Ebu Hanife’nin Hanefi mezhebinden sayılması gibi bir durum. Utanmak uttan sonraki bir aşama. Aynı kökten bir başka kelime ile ifade edeyim: Yutmak ile yutkunmak arasında bir fark olmak zorunda. Yutmaya yutkunmak derseniz yanılmış olursunuz. Yutkunmak tam bir yutma biçimi değildir, yutmaya benzeyip yutağımızdan bir şeyi mesela suyu yutarmış gibi (yudumlar gibi) geçirirmiş gibi yapmamızdır. Ama sözlükçülüğün kaçınılmaz bir şekilde zor tarafı da budur.
***
Utlu kelimesi varmış mesela, ona iffetli anlamı verilmiş. Ut yeri için örtülmesi gereken yer, edep yeri denilmiş. Ut için edep diyecek olsak bile mesele tam olarak hallolmuyor. Arapçadan Dünyaya yayılan “Edeb” zira terim anlamıyla yayılan bir kelime. Kelimedeki fiil, eylem zihnimizde Arapçadaki başka kelimelerdeki kadar belirmiyor. Adeta heykelleşmiş bir kelime. Yani özünü çok da göstermeyen, belli etmeyen bir kelime. Özünü edebi ile örtmüş mü ne.
***
Edebin manasına girmeyeyim burada, yerimiz dar. Utma ile yenme arasındaki ilişki ut’u ve daha birçok kökteş kelimeyi çözmemize yardımcı olabilecek inşallah. Utmak yenmek.. Peki yutma ile utmak arasındaki ilişkiyi neden düşünmüyoruz? Bunu neden hesaba katmıyoruz. Utmayı kullananlarınız var mıdır gündelik hayatında bilmiyorum ama ütmeyi çocukluğunuzdan hatırlıyorsunuzdur muhtemelen. Ütmek yenmek. Arkadaşınızın bilyesini (diğer ismi ile “enek”; ah o içinden çıkması zor kelime) yutarak onu ütmüş olursunuz. Tabii burada yutmak ile yenmek kelimelerini kullanırken hatırınıza yutmak ile yemek kelimeleri arasındaki ilişkiyi de getirmenizi rica ederek veda edeceğim. Kutlu bir utku için haftaya devam edelim inşallah.
Mutlu, mesut günler dilerim efendim.